TEVHİDİN MERKEZİ EHLİBEYT
'BEN İLMİN ŞEHRİYİM ALİ KAPISI DIR'

TEVHİDİN MERKEZİ EHL-İ BEYT

TEVHİDİN MERKEZİ EHL-İ BEYT


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ    


     الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ 

تَطْه۪يراًۚ

 TATHİR AYETİ

 “Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, Her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab Suresi, 33/33)

MEVEDDET AYETİ


  بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي

الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ

يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا

حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ

“De ki(Muhammedim):”Ben peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beytimi sevmenizden başka, hiçbir ücret istemiyorum.” 

(Şura Suresi, 42/23)

 
 MÜBAHALE AYETİ

Al-i İmran 61.Ayet: 


 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

 فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ

وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ

عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

“Sana gelen bu hak ilimden sonra artık her kim seninle münakaşaya kalkarsa de ki : Öyleyse gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım, sonra can-u gönülden lanetleşip beddua edelim de, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun” (Al-i imran Suresi,3/61)
EBRAR AYETLERİ

İnsan 8.Ayetide Ehlibeyt Hakkındadır


 بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


 وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪يناً 

وَيَت۪يماً وَاَس۪يراً

 “Ve ona ihtiyaçları olduğu ve kendi canları çektiği halde Allah rızası için yiyeceklerini yoksula ve yetime ve esire yedirirler.” (İnsan Suresi, 76/8) Salat ve selam Peygamberimize ve O’nun al-i ashabına olsun. Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an-ı Kerim’in hem mücerred, hem de müşahhas halidir. O’na züde-i alem, Zübde-i İslam, Zübde-i Kur’an da denir. Zahir ve batın bütün hükümlerin, İlimlerin kaynağı O’dur. Onun için bütün mezhepler, meşrepler O merkeze yönelerek zuhur etmiş ve ortaya çıkmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) Veda Haccı’nda, “Size iki emanet bırakıyorum. Biri Allah’ın Kitanı Kur’an, diğeri ıtretim, Ehl-i Beyt’imdir. Bunlara sarıldığınız sürece hidayettesiniz” buyurdu. Her mezhep ve meşrebin merkezi Ehl-i Beyt’tir. Herkesin ona dönmesi kaçınılmazdır. Ehl-i Beyt , Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın doğru, temiz, sevilmesi şart olarak buyurduğu Peygamber ailesidir. Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Beyt hakkında yer alan ayetlerden bazıları şöyledir: (Sayfa 13)

1- TATHİR AYETİ :

“ Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”(Ahzab Suresi 33)

 2- MEVEDDET AYETİ
“De ki: Ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma (Ehl-i Beyt’ime) sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum (Şura Suresi 23)
3- MÜBAHELE AYETİ
 “Kim sana gelen ilimden sonra Seninle tartışmaya girerse, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım ve sonra dua edelim de, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun.(Al-i İmran 61.)
4- EBRAR AYETLERİ: İnsan Suresi’nin 8. Ayeti de Ehl-i Beyt hakkındadır. ”Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar.
”(İnsan Suresi 8.) (Sayfa 14)
 
HAYALİ ABDULLAH BİN SEBE

Abdullah ibn-i Sebe, hiç yaşamamış hayali bir şahsiyettir. Ve bu şahsiyet Şia’nın kurucusu olarak tanıtılmaktadır. Peygamberimiz (a.s) ve İmam Ali (a.s.) ile hiç olmamış olan bu kişi, maksatlı olarak, ”İmam Ali’nin (a.s.) arkadaşlarına yön vermiş ve onlara baş olmuş Yahudi bir şahsiyet” olarak anlatılmaktadır. İbn-i Sebe’nin adı, İslam tarihinde 30.ve 36. Yıllar arasında yapan kişi olarak ortaya çıkıyor. Olaylara yön veriği söylenen bu zatın adı Resulullah’ın(s.a.v.) döneminde hiç geçmiyor. Ancak Hz. Osman’ın şehadeti sırasında ve de Cemel Vakası’nda İbn-i Sebe’den nakiller vardır. Sebe’nin bir anda ortaya çıkışı araştırmacıların dikkatinden kaçmamış ve araştırma konusu olmuştur. Biz bu konudaki bilgileri Murtaza el-Askerinin “ Abdullah b. Saba Masalı isimli eserinden derledik. Hiçbir Şia uleması bu şahsa Şiiliğin kurucu olarak bakmamakta:”türetilen bir insan” olarak değerlendirmektedir. Sebe’den hadis uydurduğu bilinen kişi Seyf b. Ömer’dir. Bu nakiller sadece Hicri 170 veya 193’te öldüğü bilinen Seyf tarafından yapılmıştır. Seyf b. Ömer, Hadis uydurarak olayları çarpıtan, bu nedenle hadislerine güvenilmeyen bir şahıs olarak bilinir. Sebe’nin, Resûlullah’ın (s.a.v.) döneminde adının hiç geçmemesi, halifelerin döneminde ise ikaz gördüğüne dâir bilginin olmayışı, bu şahsın hayalî bir kişi olduğu fikrini güçlendirmektedir. İslam coğrafyasında kıyam başlattığı, Hz. Peygamberin (s.a.v.) sahabilerinden Ebuzer Gıffarî’nin, Ammar bin Yâsir’in, Abdurrahman bin Udays’ın, Mâlik bin Eşter’in kendinden etkilendiği ifade edilmektedir ki, bu mümkün değildir. Yukarıda ismi geçen sahabiler İmam Ali’nin (a.s.) etrafındaki samimi dost halkasıdır. Sebe ile hiç alakaları olmamasına rağmen, bu sahabilere Sabaîler denildiği ifade edilmetedir. Yani, iddiaya göre, Ebuzer Gıffarî, Ammar b. Yâsir, Mâlik b. Eşter birer Sabaî’dir. Bu konuda Abdullah b. Sebe’den nakil yapan önemli şahıs tarihçi Taberî’dir. Müsteşrik yazarlar da kitaplarında Taberî’nin rivayetlerinin doğrultusunu özellikle vurgulayarak ondan İbn Sebe ile ilgili hadisler nakletmişlerdir. Bunlar; Nicholson, Van Vloten, Julius Wellhausen, Donaldson, Ahmed Emin Goldziher, Ceatani gibi müsteşriklerdir. Müsteşriklerin yaptığı önemli bir tahrif de, meşru olan inanışları, Abdullah bin Sebe’nin görüşü imiş gibi vermeleridir. -İmam Ali’nin (a.s.) hilafeti -İmamların masumiyeti -Hz.Mehdi’nin (a.s.) zuhuru -Hz. Mehdi’nin (a.s.), Hz. Fâtıma’nın (a.s.) soyundan geleceği inancı gibi İslam itikadı açısından meşru olan görüşlerin yanında, bâtıl inanışlar da İbn Sebe’ye mâl edilerek, bu hayalet, İslam cığrafyasında itibar edilen bir şahıs hâline getirilmştir. Görüşleri aşağıda yer alan müsteşrik yazarlar, Recat inancını Şia’ya aitmiş gibi vermektedirler. Ayrıca Şia’nın Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zedüştlük’ten etkilendiğini de iddia etmektedirler. Ahmed Emin, “Fecrü’l-İslam” adlı kitabında Tabeî’den alıntılar ile Hz. Osman dönemi ve Ebuzer Gıffarî’nin ona karşı çıkmasını anlattıktan sonra 276. Sayfada şunları yazıyor:”Şiilik, İslam’a karşı güdülen kin ve düşmanlık yüzünden İslam’ı yıkmak isteyen herkesin sığındığı bir mezhep olmuştur. Yahudi, Hıristiyan yahut Zedüştî olan ve kendi dininin esaslarını İslam’a sokmak isteyen herkes, Peygamberin Ehl-i Beyt’inin sevgisini kendisine bir perde yapmakta, bu perde ardında dilediğini yapmaya uğraşmaktadır. Şia Recat inancını böylece Yahudilerden aldı.” 277. Sayfada ise, Şia’nın, Recat inancını ve imamet itikadını Yahudi olduğu iddia edilen Abdullah b. Sebe’den öğrendiğine inandığını söylüyor. Yine, “Geleceği vaad edilen Mehdi inancı da bu kaynaktan doğmuştur. İbn Sebe, Ali taraftarlığı ve O’nun hakkını dilemek perdesi ile yaptıklarını örtmüş ve böylece İslam’da Şiiliği kurmuştur” diye yazmaktadır, Ahmed Emin. Müsteşriklerden G. Van Vloten’in “es-Siyadet’ül-Arabiyyet-i ve’ş-Şiat-i ve’l-İsrailiyyat fi ahd-i Ben-i Ümeyye” adıyla Arapçaya çevrilen kitabının 79. Sayfasında Sabaîler hakkında şunlar yazmaktadır: “Sabaîler, Abdullah b. Sebe’nin dostları ve ona uyanlardır. O, Affan oğlu Osman’nın halifeliği süresince, hilafete Ali’yi daha layık görüyordu.” Bu bilgi için Taberî’nin Tarih’inin 80.Sayfasınıda not etmiştir. (Sayfa 18,19,20,21,22)
Ahmed Emin.  Müsteşriklerden G. Van Vloten’in “es-Siyadet’ül-Arabiyyet-i ve’ş-Şiat-i ve’l-İsrailiyyat fi ahd-i Ben-i Ümeyye” adıyla Arapçaya çevrilen kitabının 79. Sayfasında Sabaîler hakkında şunlar yazmaktadır: “Sabaîler, Abdullah b. Sebe’nin dostları ve ona uyanlardır. O, Affan oğlu Osman’nın halifeliği süresince, hilafete Ali’yi daha layık görüyordu.” Bu bilgi için Taberî’nin Tarih’inin 80.Sayfasınıda not etmiştir.  (Sayfa 18,19,20,21,22)
                      
Müsteşrik Nicholson, Cambridge baskılı “History of the Arabs” isimli kitabının 215. Sayfasında şunları yazmaktadır: “Abdullah b. Sebe, Sabaîyye fırkasının kurucusudur. Yahudidir ve Hz. Osman’ın zamanında Müslüman olmuştur. İbn Sebe, “İsa’nın bu dünyaya tekrar geleceğine inanıp da, Hz. Muhammed’in tekrar geleceğine inanmayan kişiye şaşılır; oysaki Kur’ân’da Hz. Muhammed’in de tekrar geleceği açıkça bildirilmiştir. Binlerce peygamber peygamber gelip geçmiştir, her birinin de yerine geçecek vasisi vardır. Muhammed’in vasisi de Ali’dir’ demektedir. Müsteşrik D. M. Donaldson, “The Shiite Religion: A History of Islam in Persia and Iraq” kitabının 58. Sayfasında, Hz. Ali’nin hilafete layık olmasını, Hz. Osman’ın halifeliği zamanında ortaya çıkan Abdullah b. Sebe’ye bağlamaktadır. Ve yine Donaldson, “Hz. Ali’nin hilafetinin siyasî değil, İlahî bir hak olduğu konusundaki görüş İbn Sebe’ye aittir” demektedir. Müsteşrik Julius Wellhausen, “ Das Arabisches Reich und sein Sturz” adlı kitabının 56-57. Sayfaslarında şunu yazar: “Sabaîler, İslam’ın esasını bozmuşlardır. Onlar Kur’an’ın hilafına, Tanrı’nın, Peygamberin bedenine; Peygamberin vefatından sonra da Ali’nin ve soyunun bedenlerini hulul ettiğine inanıyorlardı. Onların nazarında Ali; Ebubekir ve Ömer’le bir sayılmazdı. Kutsi ruhun Ali’ye hulul ettiğine inanıyorlardı.” Bu müsteşrik de kitabının bu bilgilerden sonra şu sonuca varabiliriz: 
1- İmam Ali’nin (a.s.) Abdullah b. Sebe’yi tanımaması, Abdullah b. Sebe’den hiç bahsetmemesi,
2- Hz. Peygamberin (s.a.v.), Abdullah b. Sebe’yi tanımaması, Hz. Osman’ın Abdullah b. Sebe’den hiç bahsetmemesi,
3- Selman-ı Farisî, Ebuzer Gıffarî, Ammar b. Yâsir, Halid b. Said, Bureyde b. Esleme, Eyyub el-Ensarî, Sa’d b. Ubade gibi İmam Ali’nin şialarının, Abdullah b. Sebe’den hiç bahsetmemesi,
4- Râvisi Seyf b. Ömer’in Hicri 173 senesinden sonra rivayetler yapması, Hicri 36 yıllarında yaşadığı ifade edilen Abdullah b. Sebe hakkında Seyf. b. Ömer’den önce hadis nakleden ravinin olmaması,
5- İbn Sebe’nin ekolüne mensup olduğu iddia edilen Ebuzer Gıffarî, Selman-ı Farisî, Mikdad b. Esved, Ammar b. Yâsir’in, Abdullah b. Sebe ve doktrininden hiç bahsetmemesi,
6- Müşteşriklerin Abdullah b. Sebe’den yapılan rivayetleri Taberî’den alıntılarla kullanması…

Bu şahsın tamamen bir hayal ürünü olduğunu ve olayın planlandığını göstermektedir. Rivayetlerin müsteşrikler tarafından detaylı bir şekilde kullanılması, bu işin İslam âleminin birliğini bozmak için hazırlanmış büyük bir ajan faaliyeti olduğunun da da ispatıdır. Ne hazin tecellidir ki, müsteşriklerin bu rivayetleri bütün İslam âleminin asıl kaynağı kabul edilerek vahdetin yok olmasında en büyük rolü oynamıştır. “Size bir fâsık haber getirdiğinde mutlaka onu araştırınız” İlahi hükmü varken, biz bugün fâsık değil, kâfirlerin yazdığı tarih ile kılıçlarımızı kınından çıkarıyoruz. Bu vahim gelişmede iman ehli olan her mü’minin mesuliyeti kaçınılmazdır. Maalesef, Sünnî dünya da, aslında sahih olan rivayetlere hayali Abdullah b. Sebe’nin görüşleri imiş gibi sahip çıkmış ve var olan Ehl-i Beyt Ekolü’nü ihmal noktasına gitmiştir. Netice, sapık gösterilen Ehl-i Beyt Ekolü ile Sünnî dünyanın karşı karşıya getirilmesi olmuştur.
 
İSLAM DÜNYASI, Şİİ SÜNNİ AYRIMI İLE KAN AĞLIYOR
“ La ilahe illallah Muhammedu’r-Resulullah” diyen herkes mü’mindir, Müslümandır.
“Bir Müslümana kılıç çeken bizden değildir.”
“Bir Müslümanı kasten katleden ebedi cehennemliktir” buyuruluyor.
Yani Müslümanın Müslümana kanı haramdır. 
Müslüman Müslümanın canını, malını, inancını korumakla mükelleftir.
Hal böyle iken, bugün mezhep ayrılıklarını bahane ederek Müslümanı kafir ilan edip onunla savaşmak, kan dökmek, topraklarını işgal etmek, kaynaklarını ele geçirmek gibi büyük bir oyun islam aleminde sergileniyor. 
Oysa Hz. Peygamber “Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir, bu gemiye binmeyen boğulur” buyurur. Bugün Ehl-i Beyt’e hak ettiği değer verilmiş olsa idi, İslam alemi bölünmeyi ve savaşı yaşamazdı.
 
Şia; Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e taraf olmak; İmam Ali’yi sevmek ve O’nunla olmak manalarına gelir.

Şia ve Şii, gerçek manada sahabe içinde İmam Ali’yi sevenlere, zühd ve takvada ileri olan sahabilere verilen addır.

Zaman içinde bu sahabilerle hiç de alakası olmayan şahısların şahısların bid’at veya hurafeleri Şiilik olarak tanıtılmıştır.

Bu anlayıştan hareketle hayali İbn-i Sebe, Şia’nın kurucusu olarak ilan edilmiştir.

Zamanımızda İslam coğrafyasında ve bu coğrafyanın yeraltı kaynaklarında gözü olanlar, özellikle de Şii ve Sünni dünyasını karşı karşıya getirip savaştırmak istiyorlar.
 
Sünni  dünyasında Şiilerin batıl, Şii dünyasında Sünnilerin yanlışta olduğu ifade edilerek kışkırtma politikaları devamlı surette pompalanıyor.

“Şia batıldır” deniyor. Şia adıyla İslam’a sokulan hurafeler anlatılıyor.

Bunun için de bu hareketin ne olduğunu ve de ne olmadığını özetle anlatmak istiyoruz.

Şii dünyayı batıl göstermek maksadıyla Sünnilere doğru imiş gibi anlatılan ve kabul ettirilen yalanların başında; 

1-“Şia’yı Abdullah ibn-i sebe kurdu” iddası vadır.
2-Yine,”Şia batıl olunca hadis kaynakları da şüphelidir” deniliyor. Oysa izah edeceğimiz esasen Şia’nın hadis kaynakları Hz. Peygamberden bu yana kesintisiz gelmiştir.
3-Ehl-i Beyt dünyası, hakkın, İslam’ın en büyük savunucusu olmuşlardır.
   Bir diğer yalan, Ehl-i Beyt imamlarının sapık akımlar ve dindışı fikirlerle aynı görüşü paylaştığı hezeyanıdır. 
  Oysa  gizlenen ve yok edilen bu dünya, esasen , sapık akımlar ve din dışı fikirlerle mücadeleyi yapan tek taraftır.
4-Rabbani ismi ile şöhret bulan Ahmed Sirhindi’nin, Şianın öldürülmesi için verdiği fetvaya sığınılıyor.
5-Ve yalanların en büyüğü İmam Ali Efendimizin Gadir-i Hum günü Hz. Peygamber tarafından ilan edilen hilafetinin yok sayılmasıdır.
Sünni dünya Gadir-i Hum hakikati ile bizden sonra tanışmıştır denilebilir.
Yukarıda yalanlar, elinizdeki risalede delilleri ve kaynakları ile çürütülmektedir.
“Şia’yı Abullah ibn-i Sebe Kurdu” iddiası hakkında şunları söyleyebiliriz: (Sayfa 15,16,17)
 
 
 
 

HZ. ALİ’NİN YANINDA YER ALAN İLK SAHABİLER 

HZ. ALİ’NİN ŞİALARI

  
Buna Ehl-i Beyt’in yanında yer alan ilk sahabiler de denilebilir. Abdullah bin Sebe ile de alakaları bulunmamaktadır. Çünkü İmam Ali’ye bağlı olmanın asıl nedeni İmam Ali’nin Ehl-i Beyt olması ve Gadir-i Hum Hutbesinde Peygamber Efendimizin (s.a.v.) onu nasb etmesidir. Adı geçen sahabiler Hz. Ebubekir’e biat etmeyerek, İmam Ali’nin yanında yer alan insanlardır. Bu hakikati İbn Hacer Askalanî ve Belazurî kendi tarih kitaplarında; Muhammed Havend Şah, Ravzatu’s-Sefa’da; İbn Abdulbirr, İstiab’da yazmaktadır. 
İsimleri şöyledir:
Selman-ı Farisî, Ebuzer Gıffarî, Mikdad b. Esved, Ammar b. Yâsir, Halid b. Said b. As, Bureyde Eslemî, Ubey b. Kab, Huzeyme b. Sabit, Ebu Heysem b. Teyhan, Seyhl b. Huneyf, Osman b. Huneyf, Ebu Eyuub el-Ensarî, Câbir b. Abdullah el-Ensarî, Huzeyfe b. Yeman, Sa’d b. Ubade, Kays b. Sa’d, Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Erkam’dır. Eğer Ehl-i Beyt’i seven cemaatin mutlaka bir kurucusu olduğunu söylemek gerekiyorsa, bunlar, Hz. Ali’nin yanında yer alan bu sahabilerdir. Yoksa Hz. Peygamberin(s.a.v.),”Şüphesiz sen Bana Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin. Yalnız Benden sonra peygamberlik yoktur” methiyesine mazhar olmuş Hz. Ali’yi sevmek ibadettir. İmam Ali’nin (a.s.) yârenleri bu sahabilerdir. İmam Ali’ye (a.s.) taraf olanlar Gadir-i Hum gerekçesi ile Hz. Ebubekir’e biat etmeyen sahabilerdir. İlk Şii veya Şialar bu meşhur sahabiler olup, bunlardan başkaları değildir.

Şİİ HADİS KÜLLİYATINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER
 
 Ehl-i Beyt Ekolü ve Ehl-i Sünnet arasında ekilen nifak tohumları ile İslam âlemi bugün parçalanmıştır.
Şiileri ve Hz. Ali’ye (a.s.) inananları bâtılda göstermek için oryantalistlerin kullandığı uydurma hadislerdeki iftiralara günümüzde de rastlamaktayız.
Bu iftiraların başında İmam Ali Efendimizin halife tayininin yok sayılması gelirken bir diğer önemli iftira da Şii hadis külliyatında râvi zincirinin olmadığı yalanıdır. Öyleki, 12 İmam’ın birisinden nakledilen bir hadise, râvi zinciri verilmediği için “sahih değildir”denilmektedir. Bu eleştiri, Şia dünyasının kabul ettiği kaynaklarını bilmemekten dolayı yapılmaktadır.
EHL-İ BEYT DÜNYASI İÇİN HADİS KAYNAKLARI

Ehl-i Beyt dünyası için hadislerin asıl kaynağı İmam Ali’dir.(a.s.)
Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi döneminde Hz. Ali (a.s.) dışındaki diğer sahabesine hadis yazımını yasaklamıştır. “Benden bir şey yazmayın, Benden Kur’an dışında bir şey yazan onu yok etsin” buyurmuştur. (6) Zeyd b. Sabit, “ Resûlullah bizi hadislerini yazmaktan alıkoydu ve bizim yazdığımız hadisleri yok etti” diye aktarıyor. (7) Ehl-i Beyt mektebinde hadis yazan kişi Hz. Ali’dir. Ahmed b. Muhammed b. Ali’den, İmam Muhammed Bâkır kanalı ile babalarından şöyle rivayet edilmiştir: Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ali’ye,”Sana söylediklerimi yaz” buyurdu. (6 Sahih-i Müslim, c.4,s.97,Sünen-i Daremî, c.1,s.119;Sünen-i Ahmed b. Hanbel,c.3,s.182. 7 Sünen-i Ebu Davud, İlim kitabı,c.3,s.319.) Ali (a.s.), “Ya Resûlullah! Unutmamdan mı endişe ediyorsunuz?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) “Hayır, unutmandan endişe etmiyorum. Çünkü Ben Allah’tan senin hafızanı güçlendirmesini ve senin unutmamanı istedim. Bunları ortakların için yaz” buyurdu. Bunun üzerine Ali (a.s.),”Ortaklarım kimlerdir ya Resûlullah?”dedi. Peygamber (s.a.v.),”Ortakların senin evlatlarından olan imamlardır. Allah onların sebebi ile ümmetime yağmur yağdırır, Onları sebebi ile dualar kabul olur” buyurdu. Sonra Hasan’a işaret ederek, ”Bu onların birincisidir” dedi. Ardından Hüseyin’e işaret ederek, “İmamlar bunun evlatlarındandır” buyurdu.(8) Yani, Hz. Peygamber, Hz. Ali(a.s.) dışındaki sahabilerine Kendisinden hadis yazımını yasaklamış, bir tek Hz .Ali’ye izin vermiştir. Bu sayede Şii ulemanın ilk hadis külliyatı ve ilk hadis kaynağı Hz. Ali’nin (a.s.) yazığı Camia, Cifr, Hz. Ali’ye izin verilmiştir. Bunlara bir de Hz. Fâtıma’nın (a.s.) ilham yolu ile kendisine ulaşan bilgilerin yazılı olduğu Hz. Fâtıma’nın Mushafı da eklenecektir. Bu hadis külliyatı, bir imamdan diğerine bir sandık içinde nakledilmiş emanetlerdir.(8 Şyeh Tusî, el-Emalî; Besairu’d-Deracat, Yenabiu’l-Mevedde.) Camia için İmam Muhammed Bâkır (a.s.) Şöyle buyurdu: “Bizim yanımızda İmam Ali’nin kitaplarından yetmiş arşın uzunluğunda bir sahife var, biz bu sahife de yazılı olanları izler ve onun sınırlandan dışarı çıkmayız. (…) İmam Ali, bu sahifede bütün ilimleri, yargı ve mirasla ilgili her şeyi yazmıştır.”(9) Cifr kitabı için İmam Ca’fer Sâdık şöyle dedi: “Bizim yanımızda kenarlarına kadar dolan öküz derisi üzerine yazılmış olan Cifr kitabı var. Bu kitap geçmişte vuku bulan ve kıyamete kadar gelecekte vuku bulacak olan olayları içermektedir.”(10) Hz. Ali’nin Mushafı konusundaİmam Ca’fer Sâdık (a.s.) şöyle diyor: “Resûlullah (s.a.v.) Ali’ye dedi ki: “Ey Ali! Kur’ân yatağımın arkasında mushafta, ipek levhalarda ve kâğıtlarda yazılıdır. Yahudilerin Tevrat’ı kaybetmeleri gibi onları kaybetmeyin.” Bunun üzerine İmam Ali onları sarı bir örtü içinde koyup topladı.”(11) Bu mushafta sûreler nüzul sebebine göre, ayetler hiçbir değişikliğe uğramadan, Hz. Peygamberin(s.a.v) imlası, İmam Ali’nin hattı ile yazılmıştır. (9 Besairu’d-Deracat. – 10 Besairu’d Deracat. – el-Menâkıb, İbn Şehraşub, c.2,s.41.) Ayetlerin indirilmesinin nedeni, nerede, ne zaman, ne maksatla olduğu, ayetten kimlerin kastedildiği, bütün özellikleri ile zikredilmiştir. Hz Fâtıma’nın Mushafı için, Hammad b. Zeyd, İmam Ca’fer’den şöyle nakleder: “Allah Teâla Peygamberinin ruhunu aldığı zaman, O Hazretin vefatından dolayı, Hz. Fâtıma’yı (a.s.) zorluğunu Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir üzüntü ve keder sardı. Bu nedenle Allah onunla konuşup üzüntüsünü gidermesi için bir melek gönderdi. Fâtıma bunu Ali’ye bildirdi. Ali de ondan tüm duyduklarını yazdı. Böylece Hz. Fâtıma’nın Mushafı oluştu. Onda gelecek ile ilgili haberler vardır.”(12) Bir sandık içinde bir imamdan diğerine geçen emanetler henüz Resûlullah (s.a.v.) hayatta iken Kendisinden duyularak yazılmaya başlanan bu hadislerdir. Şii dünyasında, hadisler direkt Resûlullah’a (s.a.v.) ve Hz. Ali’ye (a.s.) dayandığı için bir rivayet zincirine gerek yoktur. Sahih olmaları dayandıkları kaynaktandır. İmamların hepsi de bu hadis külliyatına göre hüküm vermiştir. Şia hadis külliyatı, imamlara sorulan sorular karşısında bu hadislerle verilen cevapları kapsar. (12 Usûl-i Kâfî, c.1,s.240.) (Sayfa 23,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34)
SÜNNî DÜNYANIN HADİS KAYNAKLARI

Sünnî dünyanın hadis kaynaklarının oluşumu ise Emeviler dönemine kadar gecikmiştir. Hadis toplanması ve yazımı Hicri 2. Asrın başına Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar uzamaktadır. Üstelik Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman efendilerimiz, Resûl-i Ekrem’in, “Benden Kur-ân dışında bir şey yazmayın” emrine uyarak bu istikamette hareket etmişlerdir. Hz. Ebubekir,”Hiçbir şekilde Resûlullah’tan (s.a.v.) bir şey anlatmayın. Kim de size soracak olursa sizinle bizim aramızda Allah’ın Kitabı vardır. O kitabın helallerini helal, haramlarını harambilin”demiştir.(13) Hz. Ömer döneminde ise hadisler toplatılarak yakılmıştır.(14) Hz. Osman ise, “Hiç kimsenin Ebu Bekir ve Ömer döneminde duyulmayan bir hadisi rivayet etmesi câiz değildir” buyurmuştur.(15) (13 Zehebî, Tezkiretu’l-Huffaz,c.1,s.2-3 – 14 Tabakat-ı İbn Sa’d. C.5,s.140. – 15 Müsned-i Ahmed c.4,s64.) Hz. Ali dışındaki halifeler, Hz. Peygamberin (s.a.v.) emrine uyarak hadis yazdırmamışlardır. Ancak hilafetleri döneminde karşılaştıkları meselelerde hadis konusunda tek yetkili olan Hz. Ali Efendimizin bilgisine de her zaman başvurmuşlardır. Bu gerekçe ile Hz. Ömer, içinden çıkılmayan 70 meselede sorunu, verdiği hükümleri halleden hz. Ali (a.s.) için, “Ali olmasa idi Ömer helak olurdu” buyurmuştur. Sünnî dünyada halifeler döneminde hadis yazımı yasaklanmış, hadisler yakılmıştır. Bunun yanında hadislerin yazımı ve toplanması Hicri 1.asrın sonuna kadar gerçekleşmemiştir. Kütüb-i Sitte olarak ifade edilen Sünni dünyanın hadis külliyatının alimlerinin yaşadıkları dönemler de bu hakikatin ispatıdır: Buharî, HİCRİ 194-256 Müslim, HİCRİ 204-261 İbn Mâce, 209-273 Ebu Davut, Hicri 202-275 Nesaî, Hicri 215-303 Tirmizî, Hicri 209-279. Görülmektedir ki, bu külliyatın oluşumuna katkı veren âlimler Resûlullah’tan yaklaşık 3 asır sonra yaşamışlardır. Takdir edersiniz ki, Yazıma çok geç başlanması sebebiyle sıhhat şartı aranmış ve râvi zinciri mutlaka istenmiştir. Mevzu hadislerin araya girmesini engellemek için de rivayet zincirinde kopukluk olup olmadığına bakılmıştır. Hz. Peygamberle (s.a.v.) aralarında üç asra yakın bir aralık olan bu dünyanın, hadis sıhhati için bu yolu seçmesi mecburidir. Eğer râvi zinciri tam değilse, hadis zayıf kabul edilir. (Sayfa 35,36,37)
 
MEZHEP İMAMLARI EHL-İ BEYT SAFINDADIR 

İmam Azam, İmam Muhammed, İmam Şafıi, Ahmed bin Hambel ve İmam Malik… bunların tamamı Ehl-i Beyt’in safında ve de yanındadır. Bir diğer iftira da Şia âleminin akaid kuralları ile 12 İmam’ın hayatları boyunca mücadele ettiği din dışı akımların itikatta birbirinin aynı olduğu konusudur. Mesala bunlardan birisi, “Ehl-i Beyt Ekolü usulde, yani akaid konularının çoğunda Mutezile’ye uymuştur” şeklindeki görüştür. Bu görüş kesinlikle yanlıştır. Çünkü Ehl-i Beyt Ekolü itikadî mânâda Mutezile’ye karşıdır. Ehl-i Beyt İmamlarından İmam Muhammed Bâkır ve oğlu İmam Ca’fer-i Sâdık, Mutezile mensuplarıyla ciddi olarak mücadele etmişlerdir. Mutezile’ye göre büyük günahları işleyen kimseler iman dairesinden çıkmaz. Oysa Şia inancında, Farzları terk eden, büyük günah işlemeye devam eden insan iman dairesinden çıkar.İmam Ca’fer bu konuda şöyle buyurmuştur: “…Farzları terk eden ve de büyük günahları işlemeye devam edenler imandan çıkar.” Görüldüğü gibi Mutezile’nin görüşü Ehl-i Beyt imamlarının tamamen tersidir. Ve yine din dışı akımlardan Mutezile, Allah’ın sıfatlarının mevcudata benzediğini iddia etmektedir. Aynen bunun gibi Şia’nın da Allah’ın sıfatlarını mevcudata teşbih ettiği iddia edilir. Bu Tamamen yanlıştır. “el-Kâfî isimli eserin 158. Sayfasında şunlar yazmaktadır: “Muhammed b. Farac er-Ruhhâci’den nakledilir : İmam Musa’ya, Hişam b. Hakem’in, ”Allah cisimdir” ve Hişam b. Sâlim’in, “ O surettir” şeklindeki görüşleriyle ilgili bir mektup yazdım. İmam bana, “ Şaşkınların şaşkınlığından uzak dur ve şeytandan Allah’a sığın. Hişamların söyledikleri doğru değildir” diye yazdı. İmamiye’nin Sabaîlerin görüşleri ile aynı olduğu iddia edilmektedir. İmamiye’nin Sabaîlerin görüşleri ile aynı olduğu iddia edilmektedir. Abdullah b. Sebe’nin hiç yaşamamış bir hayal kahramanı olduğunu yukarıda ifade ettik. Dolayısıyla, İmamiyye’nin Sabaîlerden etkilendiği görüşü koca bir yalandır. Sabaîler, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve Hz. Ali’nin Allah’ın yarattığı gibi yarattığını iddia etmektedirler. Bu Sapık görüşün Şia ile hiçbir alakası yoktur. İmam Sâdık’a, “Abdullah b. Sebe’nin evlatlarından birisi tefvize inanıyor” dedim. İmam, “ Tefviz nedir?” diye sordu. Ben, “Allah, Muhammed ve Ali’yi yarattı. Sonra kulların işlerini onlara tefviz etti. Yani bıraktı. Derken onlar da yarattılar. Rızk verdiler, dirilttiler ve öldürdüler, şeklindeki görüştür” dedim. İmam bu sözü duyunca şöyle buyurdular: “Allah’ın düşmanı yalan söylemiştir. Döndüğünde Ra’d Sûresi’ndeki şu ayeti ona oku :”Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: Allah her şeyin yaratıcısıdır. Ve O tektir. Kahredici olandır. “Bu ayet Allah’ın birliğine açıkça delalet etmektedir.” Zürare diyor ki: “Onun yanına döndüğümde İmam’ın buyurduğu bu ayeti ona okudum. Bu ayeti okumakla sanki ağzına bir taş atmış gibi oldum. Böylece susup kaldı.”(16 Kummî, Akaid-i Sâduk.) “İmamiyye, kader konusunda Ehl-i Sünnet’in görüşünü reddeder” şeklinde bir görüş vardır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol