Sünni kaynaklarda Hz. Ali-1
İslam, kuru iddialar veya mücerret mefhumlar yığını değildir; bilakis yaşanan bir hayattır. “Canlı Kur’an” olan Resûlullah’ın (s.a.v.) ailesi, İslam’ın yaşanan ve yaşayan özüdür. Ehl-i Beyt, son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ve aile efradının şahsında Kur’an-ı Kerim’in ve İslam’ın yaşam modelidir, canlı hâlidir. Ehl-i Beyt, imanın ve İslam medeniyetinin çekirdeğidir. Müslümanlar arasında Ehl-i Beyt kelimesi naslara uyularak Resûlullah’ın evlatları hakkında kullanılmıştır. Kitap ve Sünnet’te Ehl-i Beyt kelimesinin özel bir anlamı vardır. Ehl-i Beyt’ten maksat, Resûlullah’ın kızı Fâtımâ, torunları Hasan ve Hüseyin ve damadı, amcasının oğlu İmam Ali’dir. “Bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım” mealindeki âyet (Âl-i İmran, 3/61) indiği zaman, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve şöyle dedi: “Allah’ım! İşte bunlar benim ehlim (ailem)dir.” (Müslim, fad. sah. 32, s. 1871 ve Tirmizî, 3724). “Şüphesiz ben size kendisine sarıldıkça asla sapmayacağınız (iki) şey bırakıyorum: Biri ötekinden daha büyük ve gökyüzünden yeryüzüne uzanan bir ip niteliğinde olan Allah’ın Kitâbı. (Diğeri) Ehl-i Beyt’im olan yakınlarım. Bunlar Havz(ıma) gelinceye dek birbirinden ayrılmayacaklar. Bunlar hakkında benden sonra ne yapacağınıza iyi bakıp dikkat edin!” (Tirmizî, Sünen no. 3788). “Kıyamet günü Ali b. Ebî Tâlib havzımın sahibi olacaktır.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat’ta). Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de (İbn Abbâs’tan): “De ki: Sizden hiçbir ücret beklemiyorum” âyeti (Şûrâ, 42/23) inince, şöyle dediler: “Ey Allah Resûlü! Kendilerini sevmemiz gereken akrabaların kimdir?” Şöyle buyurdu: “Onlar, Ali, Fâtıma ve iki oğludurlar.” Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey Ensar topluluğu! Sizleri sıkıca sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız bir kimseye hidayet edeyim mi?” Ashab, “Evet, ya Resûlallah” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sarılmış olduğunuz takdirde dalalete düşmeyeceğiniz o kimse (gördüğünüz) bu Ali’dir. Öyleyse Benim sevgimle O’nu seviniz; Benim kerametimle O’na ikramda bulununuz. Şüphesiz Cebrail, Allah tarafından size söylediklerimi Bana emretti.” (Hafız Ebu Nuaym Ahmed b. Abdullah İsfahani, Hilyetü’l-Evliya, c. 1, s. 63). “Ali, Kur’ân iledir. Kur’ân da Ali iledir. Havuz(ım)’a gelinceye dek birbirlerinden ayrılmayacaklar.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat ves-Sağîr’de). Müslim, Sahih’inde kendi senediyle Hz. Aişe’den şöyle naklediyor: “Resûlullah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş bir aba olduğu halde dışarı çıktı. O sırada Hasan b. Ali yanına geldi. O’nu abanın altına aldı, Hüseyin b. Ali yanına geldi, O’nu da abanın altına aldı. Sonra Fâtıma geldi; O’nu da abanın altına aldı. Daha sonra Ali geldi; Resûlullah, O’nu da abanın altına alarak, ‘Yüce Allah, ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü çirkinliği defetmek ve sizi tertemiz kılmak ister’ ayetini okudu.” (Bu, Kesa hadisi olarak bilinir). Ehl-i Sünnet kaynakları, Kesa hadisini kırkı aşkın rivayet kanallarıyla nakletmişlerdir. Büyük müfessir Fahri Râzi, bu rivayeti kendi tefsirinde kaydettikten sonra şu bilgiyi veriyor: “Bilinmesi gerekir ki, müfessirler ve muhaddisler arasında bu rivayetin sahih olduğunda ittifak vardır.”
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-2
Resûlullah (s.a.a.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Şu üç şeyi kendinde bulunduran imanın tadını alır: Allah ve Resûlünü, onlar dışında her şeyden fazla seven. Bir kulu, herhangi bir maksatla değil, yalnız Allah için seven. Allah, kişiyi küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak kadar tiksindirici gören.” (Müslim, iman no. 68-a, s. 47). Başka bir hadisi şerifte ise, “Bir kul, ben kendisine, kendisinden; ailem, ailesinden; akrabam, akrabasından; zâtım, kendi zâtından daha sevimli olmadıkça tam iman etmiş sayılamaz” buyuruluyor. (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr ve el-Mu’cemu’l-Evsat). Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki gerçek manada iman etmek ve imanın tadını almak için Allah ile beraber Peygamber Efendimizi de her şeyden fazla sevmek gerek. İş sadece Peygamber Efendimizi her şeyden fazla sevmekle bitmiyor. “De ki: Ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık, yakınlarıma sevgiden başka sizden hiçbir ücret istemiyorum.”(Şura, 23). Bu ayet-i kerime, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ve onların pak soyunu sevmek hususunda nâzil olan “meveddet ayeti”dir. Nitekim İmam Şafii, Ehl-i Beyt’i sevmenin farz olduğuna işaret ederek şu beyitleri söylemektedir: “Ey süvari! Mina’da taşlamada dur, Duran ve hareket edenlere duyur; Seher vakti Mina’ya akınca hacılar Fırat’ın akışı gibi bir akınla Âl-i Muhammed’i sevmek Rafizilikse eğer… Şahid olsun Rafiziliğime insanlar, cinler!” İmam Şafii daha sonra Ehl-i Beyt hakkında inen Meveddet ayetine işaret ederek şöyle diyor: “Ey Resûlullah’ın Ehl-i Beyt’i! Sizin sevginiz farzdır Allah’ın indirdiği Kur’an’da da…” (İbn Hacer, Savaik’ul-Muhrika). Selman-ı Farisi’den şöyle nakledilmiştir: “Resûlullah’ı gördüm ki, Ali b. Ebi Tâlib’in bacağına ve göğsüne dokunarak şöyle buyurdu: Seni seven Beni sevendir. Beni seven ise Allah’ı sevendir. Sana düşman olan Bana düşman olmuştur. Ve Bana düşman olan Allah’a düşman olmuştur.” (Taberani, Mu’cemil Kebir). “Allah için seven, Allah için nefret eden, Allah için veren, Allah için tutumlu olan, imanını kemâle ulaştırmıştır.” (Ebû Dâvud, Sünen, sünne 6). Sa’d radiyallahu anh’dan: Muaviye ona dedi ki: “Ali’ye hakaret etmeni engelleyen nedir?” “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in ona söylemiş olduğu şu üç şeyi hatırladığım sürece ona hakaret edemem. O üç hasletten birine sahip olmak, benim için kızıl develere sahip olmaktan daha iyidir. Çıktığı savaşlardan birinde Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu kendi yerinde bırakmıştı. Ali ise ona, ‘Ey Allah Resûlü! Beni kadın ve çocuklarla geride bıraktın’ demişti. Bunun üzerine o, şöyle buyurdu: ‘Hârun Mûsâ’ya göre ne ise sen de bana göre öyle olmak istemez misin? Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.’ Hayber günü şöyle buyurduğunu duydum: ‘Bugün sancağı Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah ve Resûlü tarafından sevilen bir adama vereceğim.’ Hepimiz sancağı almak istedik. Ondan sonra, ‘Haydi bana Ali’yi çağırın!’ buyurdu. Ali gözü ağrıyarak geldi, gözüne tükürüğünü sürdü ve sancağı ona verdi. Allah fethi onun elinde müyesser kıldı.”
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-3
İslam dininin yaşanmış ve yaşanacak olan her türlü yücelikleri, her türlü hüzün ve fırtınalarının bir örneği adeta “Hane-i Saadet’te” yaşanmıştır. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’inde “… Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab Sûresi, 33) diye muştulayıp tebcil ettiği “Hane-i Saadet”te nübüvvet nuru ve velayet nuru cem olmuştur. Bir başka ifadeyle, Ehl-i Beyt’in yüce İmamı Hz. Ali’deki “velayet nuru”, âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in “risalet nuru”nun devamıdır. Risalet ve velayet nurları, adeta aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Peygamberlerin ve risaletin şahı Hz. Muhammed’dir, velayetin şahı ise Ali’yyül Murteza’dır. Ancak, Resûlullah’tan sonra artık peygamber yoktur. Yüce Allah, âlemlerin Rabbi, Resûlullah ise âlemlere rahmet peygamberdir. Resûlullah (s.a.v.) ilmin ve hikmetin şehri; Hz. Ali ise kapısıdır. Resûlullah (s.a.a) buyurdu: "Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır." (Tirmizî 3723). Allah’ın koruması ve ismeti altındaki Resûlullah’ın ilim şehrine giden yolların hepsi Ali kapısından geçer. Hak yollar Ali kapısına çıkar. Ali kapısı ise Resûlullah şehrine açılır… Resûlullah’ın şehrinde ise Yüce Allah bulunur, orası tevhid şehridir. Kıyamet sabahına kadar her kim ki, İslam’ın nuru ile tenvîr olur; onun, Allah’ın lütfu, Resûlullah’ın şefaati ile Hz. Ali’den bir nasibi vardır. Yani Peygambere açılan kapı, mutlak surette Ali’den geçer. Bir insan nebevî yoldan feyz almış bile olsa, mutlaka onun Hz. Ali’den bir nasibi vardır. Hz. Ali (k. veche), İslam’ın ilk gününden son nefesine kadar tevhid, iman, ibadet, hikmet, adalet, feragat, fedakârlık, şecaat ve cesaret timsali olarak Resûlullah’ın adeta ikiz kardeşi gibidir. Musa’ya nispetle Harun ne ise; Resûlullah’a nispetle Hz. Ali O’dur. Kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan ümmet-i Muhammed’e, Hz. Ali’nin “kim olduğu”nu bizzat Resûlullah anlatıyor, takdim ediyor: “Şüphesiz ki, Ali Bendendir; Ben de O’ndanım. O, Benden sonra her mü’minin velisidir.” (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 437-8; Tirmizi, X, 209). Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’nin elini kaldırdı ve şöyle ilan etti: “Ali Bendendir, Ben de O’ndanım. Ali Benim velimdir, Benim nâmıma borcumu öder. Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Ben O’na dost olanın dostuyum, düşmanının da düşmanıyım. Allah’ım, Ali’yi seveni sev, düşman olana Sen de düşman ol. O’na yardım edene de yardım et!” (Nesai, Hasais, Hd. No. 66, 95, 96; İbn Kesir, Bidaye, V, 212; el Bezzar, III, 188; Tirmizi, X, 221, Tuhfe; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 164-5 ve V, 3247). “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size nimetlerimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim” (Maide: 3) ayet-i kerimesi de, Veda Haccı’ndan sonra Gadir-i Hum hutbesi okunduğu sırada ve Hz. Ali’nin velayeti hakkında nâzil olmuştur. Bu, sahih rivayetlerle sabittir. Konuya dair râvilerden bazıları şunlardır: Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Ebu Said El-Hudri, Berra b. Azib, Zeyd b. Erkam, Selman-ı Farisi, Ebu Zer Gifari, Ammar b. Yasir, Mikdad b. Esved ve Ebu Hureyre. Nitekim bu konuda şöyle rivayet edilir: Resûlullah halkı Gadir-i Hum’da topladı ve Ali b. Ebi Tâlib’e itaate davet etti. Sonra Ali’nin kolundan tutarak kaldırdı. Öyle ki koltuk altının beyazlığı görüldü. Sonra buyurdu ki: “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardım etmeyerek yalnız bırakanı yalnız bırak!” Ardından henüz insanlar dağılmamıştı ki, “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim” ayeti nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah buyurdu ki: “Allahüekber! Din kemâle erdirildi. Nimet tamamlandı. Yüce Allah, Benim risaletime, Ali’nin de velayetine razı oldu.” (İbn Asakir, Tercemet-i İmam Ali, c. 2, s. 75; Tarih-i Bağdadî, c. 8 s. 290; Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 43; Menakıb-ı İbn Meğazili, s. 19; İbn Cevzi, Tezkire’ül-Havas, s. 29; Suyuti, Durrü’l-Mensur).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-4
Maide Sûresi, 55. ayet-i kerime: Abdullah bin Selam’dan rivayet edildiğine göre, dedi ki: Bir gün Hz. Bilal, öğlen namazı için ezan okudu, halk toplanıp namaza başladılar. Halktan biri rükûda, biri secdede iken, dilencinin biri mescide geçip bir şey istedi. O anda rükûda olan Hz. Ali (a.s.), dilenciye yüzüğünü verdi. Dilenci bu olayı Resûlullah’a (s.a.v.) bildirdi. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine Maide Sûresi’nin 55. ayet-i kerimesini okudu: “Sizin veliniz ancak Allah’tır, O’nun peygamberidir (s.a.v.) ve mü’minlerdir ki, onlar namaz kılıp rükûda iken zekatlarını verirler (tasadduk ederler).” (et-Taberi, Zehair’ul Ukba, s.102). Büyük alim el-Vahidî, “Esbab-ı Nüzul” adlı eserinde Maide Sûresi’nin 55. ayetinin Hz. Ali (a.s.) hakkında nâzil olduğunu beyan ettikten sonra, ayetin tefsirinde yukarıdaki olayın devamında şunları yazmaktadır: “Dilenci eliyle Ali bin Ebi Tâlib’i işaret edip, dedi ki: ‘İşte şu ayakta duran verdi.’ Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) tekbir getirip şu ayeti okudu: ‘Her kim Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri veli edinirse (onları veli tanırsa), şüphe yok ki onlar, Allah hizbidir ve galip olacak olan ancak o kişilerdir.’ (Maide, 56). İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Mallarını gece gündüz; gizli ve açık infak edenler" âyeti (Bakara, 274) Ali hakkında inmiştir. Onun dört dirhemi vardı; birini gece, birini gündüz, birini gizli ve birini de aleni olarak infak etti. (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'de). Ammâr b. Yâsir radiyallahu anh'dan: "Ali, kıldığı bir nafile namazda rükûdayken, bir dilenci gelip yanında durdu. Yüzüğünü çıkartıp dilenciye verdi. Sonra Ali, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip bu durumu bildirdi. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: 'Sizin veliniz ancak Allah ve Resûlü'dür. Bir de iman edip namaz kılanlar, rükû halindeyken zekât verenlerdir.' (Mâide, 5/55). Resûlullah (s.a.a.), 'Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım! Onu dost edineni Sen de dost edin! Ona düşman olana Sen de düşman ol!' buyurdu.” (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat'ta). "İnsanlar muhtelif ağaçlardandır. Ali ile ben aynı (tek) ağaçtanız." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat). İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashâbı arasında kardeşliği tesis ettiğinde, Ali gözleri yaşla dolu olarak geldi ve şöyle dedi: 'Ey Allah Resûlü! Ashâbın arasında kardeşlik tesis edip herkesi birbirine kardeş yaptın, beni hiç kimse ile kardeş yapmadın.' Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in ona şu cevabı verdiğini duydum: Sen hem dünyada, hem de âhirette benim kardeşimsin." (Tirmizî, 3720). Câbir radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Ali, Fâtıma'nın yanına girdi ve şu şiiri okudu: 'Bu kılıçla kesip doğrayacağım. Ben ne saygın kişiyim, ne de barışseverim. Hayatım hakkı için bunu (kılıcı) ben, Ahmed'in yardımı uğrunda ve kulları yakinen bilen Rabbin rızasında eskittim.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Eğer çarpışmayı güzel yapmışsan, Sehl b. Huneyf de güzel yapmıştır, İbnü's-Samma da güzel yapmıştır.' -Râvi sadece nisbesini verdiği diğer bir şahsı daha zikretti- Cebrail, Resûlullah'a, 'Baban hakkı için ona tesellide bulun' dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: 'O bendendir.' Bunun üzerine Cibrîl Aleyhisselâm da, 'Ben de sizdenim' dedi." Bezzâr Sehl b. Sa'd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzü yaralandı. Ön dişleri kırıldı. Başı yarıldı. Fâtıma O'ndan akan kanları yıkıyordu. Ali de kalkan ile su döküyordu. Fâtıma, suyun kanı daha da çoğalttığını görünce, bir hasır parçası alıp yaktı, küllerini alıp yaranın üstüne sürdü ve kanı dindi." (Buhârî, cihâd 85, III, 229; 13, IV, 26).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-5
Resûlullah (s.a.v), Allah’ın emriyle Medine’ye hicret ettiğinde, Emirü’l-mü’minin Ali’yi çağırarak şöyle buyurdular: “Benim geceleri üzerime örtüp yattığım yeşil Hazremi kumaşı üzerine örterek Benim yatağıma yat.” Hz. Ali de, Resûlullah’ın evini saran müşriklerin yatakta yatanın Ali olduğunu anlamamaları için Hz. Peygamberin buyurduğu şekilde onun yatağına yattı. Böylece Resûlullah rahatça müşriklerin arasından sıyrılıp çıktı. Yüce Allah, Hz. Cebrail ve Hz. Mikail’e, “Ben sizin aranızda kardeşlik tesis ettim. Şimdi birinizin ömrü diğerinden kesinlikle fazladır. Sizden hanginiz ömrünüzün çokluğunu, diğerine bağışlamaya hazırdır?” buyurduğunda; arz ettiler ki: “Allah’ım, bu bir emir midir, yoksa ihtiyari midir? (Tercih hakkı var mıdır?)” Allah Teâlâ “İhtiyaridir” buyurdu. Bunun üzerine onlardan hiç birisi, kendi iradeleriyle ömürlerinin fazla olan süresini diğerine bağışlamaya razı olmadı. Bu sırada Allah Teâla onlara şöyle hitap etti: “Ben velim olan Ali’yle, nebim olan Muhammed’in arasında kardeşlik tesis ettim. Ali, kendi hayatını Peygambere feda etmeyi tercih ederek; canıyla O’nu korumak için onun yatağında yattı. Yeryüzüne inin; O’nu, düşmanların şerrinden koruyun.” Melekler hemen yere indiler. Hz. Cebrail, Hz. Ali’nin başucuna, Hz. Mikail ise ayakucuna oturdu. Ve Hz. Cebrail şöyle dedi: “Tebrikler olsun, tebrikler olsun sana ey Ebu Tâlib’in oğlu! Allah seninle meleklerine karşı iftihar ediyor.” Bu esnada Resûlullah’a Bakara Sûresi’nin 207. ayeti nâzil oldu. Ayet şöyledir: “İnsanlardan öylesi vardır ki, canını Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için satar, kendini feda eder. Allah kullarına karşı rauftur, çok merhametlidir”. (İmam Fahr-i Râzî, Tefsir; Celaluddin Suyuti, Tefsir; İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned; Muhamed b. Cerir Taberî; İmam Gazali, İhya-u Ulûm, c. 3, s. 223). "Ey Ali! Kim benden ayrılırsa Allah'tan ayrılmış olur. Ey Ali! Kim de senden ayrılırsa benden ayrılmış olur." (Bezzâr). Ali radiyallahu anh'dan: "Ben Allah'ın kuluyum. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in kardeşiyim. Ben Sıddîk-i Ekber'im. Kim benden sonra bunu iddia ederse yalancıdır. Ben Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile namazı, halktan yedi sene önce kıldım." (İbn Mâce, 120). Ali radiyallahu anh'dan: "Ben ve Peygamber yürüdük, nihayet Kâ'be'ye vardık. Bana 'Otur!' dedi. Oturdum, omuzuma çıktı, yukarıya kaldırmak istedim. Benim güçsüzlüğümü görünce, indi ve 'Sen benim omuzuma çık!' dedi. Omuzuna çıktım; beni kaldırdı, bana öyle bir hal geldi ki istersem göğe kadar yükselebileceğimi sandım. Nihayet Beyt'in üstüne çıktım; bakır ve altından yapılmış birçok heykelle karşılaştım. Beyt'in sağından, solundan, önünden ve arkasından onları toplayıp biraraya getirdim. Hepsini topladığımda bana şöyle buyurdu: 'Şimdi onları bir bir aşağıya fırlatıp at!' Fırlatıp attım; cam bardaklar gibi kırılıp parça parça oldular. Sonra indim, birinin bizi görmesinden korktuğumuz için koşarak evlerin ötesine kaçıp kaybolduk." (Ahmed'in, Müsned I, 84). Diğer rivayet: "Kâ'be'nin üstünde putlar vardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i sırtıma almak istedim, alamadım. Bu defa o beni omuzlarına aldı, onları parçalamaya başladım; istesem göğe ulaşırdım." (Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Bezzâr).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-6
Ali radiyallahu anh'dan: "Bedir savaşında, Utbe b. Rebia öne atıldı, onu oğlu ve kardeşi takip etti. 'Benimle kim düello edecek?' diye nara attı. Ensâr'dan gençler hemen öne atıldılar. Utbe onlara, 'Kimlerdensiniz?' diye sordu. Kimlerden olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine, 'Sizinle bir işimiz yok! Biz, amcaoğullarımızı istiyoruz' dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, 'Haydi kalk ey Hamza! Kalk Ali! Kalk ey Ubeyde b. el-Hâris!' diye emir verdi. Hamza, Utbe'ye karşı çıktı; ben de Şeybe'ye karşı çıktım. Ubeyde ile Velîd arasında birbirini takip eden iki değişik darbe cereyan etti. Her birimiz rakibini yere serdi. Sonra Velîd'e hücum edip öldürdük. Ubeyde ile Velid ise karşılıklı olarak birbirlerini ağır yaralamışlardı. Ubeyde'yi yüklenip getirdik." (Ebû Dâvud, no. 2665). Ali radiyallahu anh'dan, dedi ki: "Kıyamet gününde davalaşmak için Allah'ın önünde diz çöken ilk insan ben olacağım." Râvi Kays b. Abbâd dedi ki: "Onların (yani Bedir'de çatışan ilk grubun) hakkında şu âyet inmiştir: ‘İşte Rableri hakkında birbirleriyle davalaşan iki hasım taraf...’ (Hac, 22/19).” Dedi ki: "İşte Onlar Bedir günü karşı karşıya gelen Ali, Hamza, Ubeyde b. el-Hâris tarafıyla, Şeybe b. Rebîa, Utbe b. Rebîa ve el-Velîd b. Utbe tarafıdır." (Buhârî, tefsîr Hac 3/2, V, 242). Ali radiyallahu anh'dan: "Bedir kuyusunun yanındaydım. Su çekip dağıtıyordum. Şiddetli bir rüzgâr geldi. Ardından şiddetli bir rüzgâr daha geldi. Ardından bir şiddetli rüzgâr daha geldi. Birincisi bin melekle gelen Mikâil'di. Gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sağında yer aldı, ikincisi bin melekle gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in solunda yer alan İsrâfil idi, üçüncüsü bin melekle gelen Cibrîl idi. Ebû Bekr, onun sağında, ben de solundaydım. Allah kâfirleri hezimete uğratınca, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem beni atına bindirdi. Üzerinde tam yerleşince, beni öyle bir zıplattı ki atın boynuna vardım. Allah'a dua ettim de bir daha düşecek gibi olmadım. Mızrağımı (düşmana) fırlatıyordum. Kan nerdeyse koltuğumun altına ulaşmıştı." (Ebû Ya'lâ). “Mü’minlerin salihi Ali bin Ebi Tâlib’dir.” (es-Suyuti, Durr’ül-Mensur; Tirmizî). Ali radiyallahu anh'dan: "Süheyl b. Amr ile müşriklerden bir kısım insanlar şöyle dediler: 'Ey Allah Resûlü! Çocuklarımızdan, kardeşlerimizden ve kölelerimizden bazıları kaçıp sana geldiler. Onların din hususunda en ufak bir bilgileri yoktur. Sırf mallarımızdan ve topraklarımızdan (işten) firar etmek için sana geldiler, bu nedenle onları bize geri ver! Eğer onların dinde bilgileri yoksa onlara bir şeyler öğretiriz.’ Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Ey Kureyş topluluğu! Ya bundan (kötü davranışlardan) vazgeçersiniz ya da din hususunda Allah boyunlarınıza kılıç vuracak birini gönderir. Allah, onların (bilgisiz oldukları iddia edilenlerin) kalplerini iman üzerinde imtihan etmiştir.' 'Kimdir o ey Allah Resûlü?' diye sordular. Ebû Bekr ile Ömer, 'Ey Allah Resûlü! O kimdir?' dediler. 'Pabuç tamir eden kişi" buyurdu. O anda pabucunu Ali'ye tamir etmesi için vermişti. Sonra Ali bize dönüp, ‘Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştu: Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın' dedi.” (Tirmizî, no. 3715).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-7
Râvilerden Ebû’l–Abbas Sehl b. Sa’d es– Sâidî (r.a.) şöyle demiştir: Allah’ın Resûlü Hayber gününde, “Bu sancağı, Allah’ın onun eliyle Hayber’i fethedeceği bir zata vereceğim; O zat Allah ve peygamberini sever, Allah ve peygamberi de onu sever” dedi. Bu söz üzerine halk, “Acaba Sancak kime verilecek?” diye konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca herkes sancak kendisine verilir ümidiyle Allah’ın Resûlü’nün yanına gittiler. Allah’ın Resûlü, “Ali b. Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Yanında bulunanlar, “Ali’nin gözü ağrıyor,” dediler. Resûl–i Ekrem; “Onu çağırınız” dedi. Hz. Ali gelince, Allah’ın Resûlü Onun gözüne üfledi ve iyileşmesi için dua etti. Hz. Ali’nin gözü iyileşti ve hiç ağrımamış gibi oldu. Resûl–i Ekrem sancağı Ona verdi. Hz. Ali sancağı alınca; “Ey Allah’ın Resûlü, Onlar bizim gibi Müslüman oluncaya kadar onlarla savaşacağım” dedi. Allah’ın Resûlü de şöyle buyurdu: “Onların yanlarına kadar yavaş yavaş yürü, sonra onları Müslüman olmaya çağır ve üzerlerine vâcib olan ilâhi hakları onlara bildir. Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın bir kimseye senin vasıtanla hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan hayırlıdır.” (Buhari ve Müslim). Resûlüllah (s.a.a.) Efendimiz Hayber günü şöyle buyurdu: “Bugün sancağı öyle bir adama vereceğim ki, o, Allah’ı ve Resûlü’nü sever, Allah ve Resûlü de onu severler.” Hemen Ali’ye gittim, onu alıp Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdim. Onun gözüne mübarek tükürüğünü sürerek okudu, hemen iyileşti, hiçbir ağrısı kalmadı. Merhab, düello maksadıyla çıkıp şöyle bir nara attı: “Ben Merhab’ım.” (Daha sonra söylediklerini tekrarladı). Ali de karşısına çıkıp şöyle nara attı: “Ben o kimseyim ki annem bana ‘Haydar’ (arslan) ismini koymuştur. Ormandaki korku saçan arslan gibiyim. Düşmanlara küçük ölçekle Sendera kilesi ölçerim.” (Yani sanıldığından daha kolay bir şekilde düşman tepelerim). Bunu der demez Merhab’ın başına bir darbe vurdu ve onu cansız yere serdi. Hayber’in fethi onun sayesinde olmuştu. (Müslim, cihâd no. 132, s.1433–41). Âişe ve Ümmü Seleme radiyallahu anhumâ’dan: “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bize Fâtıma’nın gelinlik hazırlığını yapmamızı ve onu Ali’nin yanına sokmamızı emretti. Bunun üzerine, Ali’nin odasına gittik, Bethâ’dan getirdiğimiz yumuşak toprağı odaya yaydık. Sonra iki kılıfa yastık içine hurma lifi doldurduk. Sonra hurma ve kuru üzümle yemek verdik. Tatlı su içirdik. Elbise ve su kırbasının üzerine asılması için bir direk getirip evin bir kenarına diktik. Fâtıma’nın düğünü kadar güzel bir düğün görmedik.” (İbn Mâce, no. 1911). Ali radiyallahu anh’dan: O, İbn A’bed’e, “Sana kendimden ve Fâtıma’dan bahsedeyim mi?” dedi. “Evet” dedim. Bunun üzerine şunları anlattı: “Fâtıma, el değirmeni döndürdü eli nasırlaştı. Sırtında kırba ile su taşıdı boynunda iz bıraktı. Evi süpürdü üstü–başı toz içinde kaldı. Bu arada Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hizmetçiler gelmişti. Dedim ki: ‘Babana gitsen de ondan bir hizmetçi istesen olmaz mı?’ Bunun üzerine gitti, yanında erkeklerin olduğunu görünce geri döndü. Ertesi gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona gelip sordu: ‘İhtiyacın ne idi?’ Cevap vermeyip sustu. Dedim ki: ‘Ey Allah Resûlü! Ben sana anlatayım; eli nasır oluncaya kadar el değirmeni çevirdi, boynunda iz bırakıncaya dek sırtında kırba taşıdı, elbisesi tozlanıncaya dek evi süpürdü. Hizmetçiler gelince, sana gelip kendisine bir hizmetçi vermen için kendisine emrettim, belki o hizmetçi yükünü biraz hafifletirdi, diye düşündüm.’ Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Ey Fâtıma! Allah’tan kork, Rabbinin farzını yerine getir! Ailenin işini yap; yatağına yattığında, otuz üç kere sübhanallah; otuz üç kere elhamdülillah ve otuz dört kere Allahuekber de ki, bu tam yüz yapar, işte bu, senin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.’ (Fâtıma) şu cevabı verdi: ‘Allah’tan ve O’nun Resûlünden hoşnut oldum.’ Allah Resûlü, böylece ona hizmetçi vermedi.” (Ebû Dâvud, no. 2988, 5063). Diğer rivayet: “Tesbih (sübhanallah) otuz dört kere idi. Ali dedi ki: ‘Onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğum günden beri hiç bırakmadım.’ Denildi ki: ‘Sıffîn gecesi de mi bırakmadın?’ ‘Sıffîn gecesi de bırakmadım’ dedi.”
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-8
eş-Şa’bî radiyallahu anh’dan: İki kişi bir adamın hırsızlık yaptığına dair tanıklık ettiler. Ali onun elini kesti. Sonra başka birini getirip “Esas hırsız budur. Ötekinde yanılmışız” dediler. Ali bunun üzerine onların şahitliğini reddetti ve birincisinin diyetini onlara ödetti, ayrıca şöyle dedi: “Eğer bunu kasten yaptığınızı bilsem, ikinizin de elini keserdim.” (Buhârî, diyât). Mâlik, Sevr b. Zeyd’den; Ömer, şarabın şer’î cezası hususunda istişare etti. Ali şöyle dedi: “Ona seksen sopa vurmanı uygun görüyorum; çünkü kişi içtiği zaman sarhoş olur, sarhoş olduğu zaman saçmalar, saçmaladığı zaman da iftira eder (iftiranın cezası seksen kamçıdır).” Bunun üzerine Ömer ona seksen sopa vurdu. (Mâlik, eşribe, no. 2, s. 842). Huseyn b. el-Münzir radiyallahu anh’dan: Osman’ın yanında bulundum. Yanına Velîd getirildi. İki rekât sabah namazı kılmıştı. (Sarhoş olduğu için) “Daha kılayım mı?” dedi. İki adam onun (sarhoşluğu) hakkında şahitlik yaptı. (O iki şahitten biri Humrân’dı). Bir tanesi içki içtiğini söylerken, ötekisi de kusarken gördüğünü söyledi. Osman, “Tam anlamıyla içmeseydi kusmazdı” dedi. (Osman) Ali’ye hitaben: “Ey Ali, kalk onu kamçıla!” dedi. Ali de, “Ey Hasan! Haydi sen kalk da onu kamçıla!” dedi. Bunun üzerine Hasan, “Hilâfetin serinlik, afiyet ve iyiliklerine nâil olan, onun sıcaklık, şiddet ve zorluklarına da katlanmalıdır” şeklinde bir söz söyledi. Sonra, “Ey Abdullah b. Ca’fer! Kalk şuna şer’î cezayı sen uygula!” dedi. Kalktı ve ona kamçı vurmaya başladı. Ali de bir yandan sayıyordu. Kırka varınca, “Bırak yeter!” dedi. Sonra şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekr, (bu gibi durumlarda) kırk kamçı vururdu. Ömer ise seksen kamçı vururdu. Bunların hepsi sünnettir. Bu sayı (kırk) bence daha uygundur.” (Müslim, hudûd no. 38, s. 1331). Ali radiyallahu anh’dan; Dedi ki: “Had vurduttuğum (kamçılattığım) kimselerden biri ölecek olsa içimde üzüntü duymam. Ancak sarhoşa had vurduğumda ölürse onun üzüntüsünü hissederim. Zira o (sarhoş) ölecek olursa (yakınlarına) diyet ödemem gerekir. Çünkü Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, içkinin haddi hususunda (kamçılamanın kesin miktarını) sünnet kılmamıştır.” (Tayâlisî, s. 26; Abdürrezzâk, no. 13543, 18007). İmâm Mâlik; Bana ulaştığına göre Hz. Ali, Allah’ın, “Karıkocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem gönderin. Eğer bunlar ıslah etmek isterlerse, Allah da onların aralarını buldurur. Çünkü Allah, Alîm’dir, Habîr’dir” buyruğunda (Nisâ, 4/35) geçen iki hakem hakkında şöyle dedi: “Allah, bu iki hakeme hem ayırma ve hem de birleştirme yetkisi vermiştir.” (Malik, Muvattâ, talâk 72, s. 584). Ca’fer b. Muhammed b. Alî radiyallahu anh’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Pazartesi günü vefat etti; Salı gününün sonuna kadar yıkanmadı. Saîd b. Hayseme’ye ait olan kuyunun suyundan yıkandı. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, o kuyudan su içerdi. Avret yerini yıkama işini Ali üstlendi. (Yıkanırken) Ali’nin gömleği üzerinde idi. Ali, onu Üsâme ile birlikte yıkadı. Kimine göre, Ensâr’dan bir adam suyunu döktü. el-Fadl da yıkamada bulundu. Ali, altını yıkarken o, kucağına aldı. Fadl artık yorulmuş olacak ki, “Beni rahatlat, beni rahatlat, takatim kalmadı, üzerime inen bir şey görüyorum” diyordu. Üç elbise içinde kefenlendi; ikisi Saharî, biri de bürde hırkası idi. İnsanlar namazını imamsız, kıldılar. Bir grup geldi namazını kılıp çıktı; onları başka bir grup takip etti. O yerinde duruyordu. (Rezîn)
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-9
İbn Abbâs radiyallahu anh’dan: “Aramızda, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in hiç kimseye vermediği yetmiş kadar meziyeti Ali’ye verdiği hakkında konuşurduk.” (Taberânî, el–Mu’cemus–Sağîr’de). “Ali’ye bakmak ibadettir.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Kebîr’de). “Cennet üç kişiyi özlemektedir: Ali, Ammâr ve Selmân.” (Tirmizî). “Allah, Ali’yi de esirgesin! Allah’ım! Ali nereye dönerse hakkı da onunla beraber çevir!” (Tirmizî, 3714). Resûlullah’ın (s.a.v.) rıhletinden hemen sonra, bu pak nesle karşı bir sırt çevirme başlamış, gelişen acı olaylar Hz. Ali’nin ve Hz. Hüseyin Efendimizin şehadeti ile sonuçlanmıştır. Öyle ki, Hz. Ali’ye direkt dil uzatamayan muhalifler, babasına, Hz. Ebu Tâlib Efendimize iftiralarla saldırma yoluna gitmiş, velayet nurunun sahibi olan Hz. Ali’nin ilahi makamını lekelemeye çalışmışlardır. Taberânî, el–Mu’cemu’l–Kebîr’de: “O, Alî b. Ebî Tâlib b. Abdi’l–Muttalib b. Hâşim’dir. Zübeyr b. Bekkâr, ‘Ali’nin annesi; Fâtıma bint–i Esed b. Hâşim b. Abdi Menâf’tır. Deniliyor ki: Onun bir Hâşimî’ye çocuk doğuran ilk Hâşimî kadın olduğu söylenir. Müslüman olup Medine’ye hicret etmiştir. Orada ölmüş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından orada defnedilmiştir.” Enes radiyallahu anh’dan: “Ali’nin annesi Fâtıma bint–i Esed ölünce, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun yanına girip başucunda oturdu ve şöyle dedi: ‘Ey anne! Allah seni esirgesin! Annemden sonra benim annem idin. Senin yanında aç olurdum, beni doyururdun, çıplak olurdum beni giydirirdin. Yemezdin bana yedirirdin. Bununla sadece Allah’ın rızasını ve âhiret yurdunu isterdin.’ Sonra onun üçer kere yıkanmasını emretti. Kâfurlu su gelince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu kendi eliyle döktü, sonra gömleğini çıkartıp ona giydirdi, kendi üstündeki hırka ile onu kefenledi. Sonra, Üsâme, Ebû Eyyûb el–Ensârî, Ömer ve siyah bir köleyi çağırıp kabrini kazdırdı. Bunlar onun kabrini kazdılar. Lahde ulaşınca, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendi eliyle kazdı ve topraklarını da kendi eliyle çıkardı. İşini bitirince lahdin içine girip orada uzandı ve şöyle dedi: ‘Yaşatan, öldüren Allah’tır. Ölmeyen ve diri sadece kendisidir. Allah’ım! Esed kızı annem Fâtıma’yı bağışla! Onun hüccetini kendisine telkin et! Kabrini genişlet! Peygamber’in ve benden önceki peygamberlerin hakkı için. Çünkü Sen merhamet edicilerin en merhamet edicisisin.’ Namazını kıldırırken dört tekbir getirdi; kabre bizzat kendisi, Abbâs ve Ebû Bekr indirdi.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Kebîr vel–Evsat’ta). Zeyd b. Erkam radiyallahu anh’dan: “İlk Müslüman olan Ali’dir.” (Tirmizî, 3735). “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi günü peygamber olarak gönderildi, Ali salı günü namaz kıldı.” (Tirmizî, 3728). Bu mânâda hiçbir Müslüman yoktur ki, o, Alevî olmasın. Alevîlik, Ali’yi sevmekse, o halde bütün Müslümanlar Alevî’dir. “Ali’yi hiçbir münafık sevmez, hiçbir mü’min de Ali’den nefret etmez.” (Tirmizî, 3717). Ebû Saîd radiyallahu anh’dan: “Biz Ensâr topluluğu, münafıkları ancak, Ali’ye olan kin ve nefretlerinden tanırdık.” (Tirmizî, 3717). “Ey Ali! Kıyamet günü, elinde cennet asalarından bir âsa bulunacak, onunla münafıkları benim havzumdan kovacaksın.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Evsat’ta). Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ali hakkında şöyle buyurdu: “Kim ondan nefret ederse, benden nefret etmiş olur, kim de benden nefret ederse, Allah’tan nefret etmiş olur. Kim onu severse beni sevmiş olur. Kim beni severse Allah’ı sevmiş olur.” (Bezzâr). “Allah bana dört kişiyi sevmemi emretti, Kendisinin de onları sevdiğini bana bizzat bildirdi.” Dediler ki: “Kimdir onlar? Adlarını söyle, ey Allah Resûlü!” “Ali onlardandır –Bunu üç kere tekrarladı– Sonra Ebû Zer, Mikdâd ve Selmân. Onları sevmemi emretti ve Kendisinin de onları sevdiğini bana bildirdi.” (Tirmizî). Ali radiyallahu anh’dan: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hasan ile Hüseyin’in elinden tutup şöyle buyurdu: ‘Kim beni, bu ikisini, ve bunların anne ve babalarını severse, kıyamet günü, benimle beraber, benim derecemde olur’.” (Tirmizî, 3733).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-10
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e şöyle buyurdu: “Ben, sizin düşmanınıza düşman, dostunuza dostum.” (Tirmizî, 3870). “Biz Abdülmuttalib çocukları cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Ca’fer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” (İbn Mace). Ebû Abdillah el–Cedelî radiyallahu anh’dan: Ümmü Seleme’nin yanına girdim; bana dedi ki: “İçinizde Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret ediliyor mu?” “Maâzallah!” dedim. “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: Kim Ali’ye hakaret ederse bana hakaret etmiş olur.” (Ahmed, VI, 323). Enes radiyallahu anh’dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bir kuş eti vardı. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ım! Mahlûkat içinde en sevdiğin kimseyi getir de benimle birlikte bu kuşun etini yesin!” Çok geçmeden Ali geldi ve onunla beraber kuşun etini yedi. Rezîn şunu ekledi: Enes, Ali’ye dedi ki: “Benim için Allah’tan mağfiret dile de sana bir müjde vereyim.” O da teklifini kabul etti. Bunun üzerine ona Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hadisini bildirdi. (Tirmizî, 3721). Ebû Hureyre’den: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hayber günü şöyle dedi: “Bu sancağı mutlaka, Allah ve Resûlü’nü seven, Allah ve Resûlü tarafından da sevilen bir adama vereceğim ve Hayber onun elinde fethedilecektir.” Bunun üzerine Ömer dedi ki: “Kumandanlığı ancak o gün istedim, çağırılırım ümidiyle sancağa uzandım. Ama Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ali’yi çağırıp sancağı onun eline vererek şöyle buyurdu: ‘Yürü, Allah elinde fethi müyesser kılıncaya kadar arkana bakma!’ Sonra Ali biraz yürüdü, sonra durdu ama geri bakmadı. Şöyle haykırdı: ‘Ey Allah Resûlü! Onlarla ne üzerine savaşacağım?’ Şöyle buyurdu: ‘Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah Resûlü olduğuna şehadet getirmelerine kadar onlarla savaş! Bu şehadeti getirirlerse, hem kanlarını hem de mallarını senden korumuş olurlar. Tabii hak ederlerse başka. Bu takdirde hesapları Allah’a ait olur.’” (Müslim). “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Ali’nin kapısının dışında, (Mescide açılan) tüm kapıların kapatılmasını emretti.” (Tirmizî, 3732). Câbir radiyallahu anh’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Tâif günü Ali’yi çağırıp kulağına bir şey söyledi. İnsanlar, “Amcasının oğluyla fısıldaşması amma uzun sürdü” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ona gizli bir şeyi ben söylemedim, Allah söyledi.” (Tirmizî, 3726). Büreyde radiyallahu anh’dan: Ebû Bekr ve Ömer, Fâtıma’yı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den istediler; ancak onlara şöyle buyurdu: “O daha küçüktür.” Sonra Ali isteyince, onu Ali ile evlendirdi. (Nesâî, nikâh 7, VI, 62). Ali radiyallahu anh’dan: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem nezdinde benim, hiç kimsede olmayan bir kıymetim vardı. O’na seher vakti gider, ‘Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!’ derdim. Eğer öksürürse, aileme dönerdim, aksi takdirde yanına girerdim.” (Nesâî, sehv 17/1–3, III, 12). Enes radiyallahu anh’dan: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, beraati Ebû Bekr ile gönderdi, sonra onu geri çağırıp şöyle buyurdu: ‘Bunu tebliğ etmek ancak ailemden birine lâyıktır.’ Sonra Ali’yi çağırıp onu ona verdi.” (Tirmizî, 3090). Umeys kızı Esmâ radiyallahu anhâ’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazını Sehbâ’da kıldırıp Ali’yi bir işe gönderdi. Dönünce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ikindi namazını kıldığını gördü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, başını Ali’nin kucağına koyup uyudu. Güneş batıncaya dek O’nu kımıldatmadı. Ondan (uyandıktan) sonra Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti: “Allah’ım! Kulun Ali kendini Peygamberi için hapsetti. Ne olur güneşi onun için geri çevir!” Esmâ dedi ki: “Dağların ve yerin üzerinde görününceye kadar güneş onun için tekrar doğdu. Bunun üzerine Ali, kalktı, abdest alıp ikindi namazını kıldı. Ondan sonra güneş tekrar battı. Bu olay, Sehbâ’da cereyan etmiştir.” (Heysemî, Mecma’uz–zevâid’de, VIII, 297).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-11
Ümmü Atiyye radiyallahu anhâ’dan: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, içlerinde Ali’nin de bulunduğu bir ordu gönderdi. Ardından şöyle dua ettiğini duydum: Allah’ım! Ali’yi tekrar bana gösterinceye kadar beni öldürme!” (Tirmizî, 3737). Muhammed b. Kâ’b radiyallahu anh’dan: Ali, Abbâs ve Şeybe b. Abdiddâr aralarında birbirlerine karşı iftihara kalkıştılar. Abbâs dedi ki: “Ben, Beytullah’a gelen hacılara su dağıtıyorum.” Şeybe ise şöyle dedi: “Ben de Allah’ın mescidini imar ediyorum.” Ali şöyle söyledi: “Ben Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile hicret ettim.” Bunun üzerine, “Siz hacı sulamalarını, Mescid–i Haram’ın imarını, Allah’a iman edenlerle bir mi tutuyorsunuz?” (Tevbe, 9/19) meâlindeki âyet indi. (Rezîn). Züeyb radiyallahu anh’dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ölüm döşeğindeyken Safiyye dedi ki: “Başına bir şey gelirse, benden başka bütün hanımlarının sığınacağı bir ailesi var. Ben kime sığınacağım?” Şöyle buyurdu: “O zaman sen de Ali’ye sığınırsın.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Kebîr’de). Enes radiyallahu anh’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Arabın efendisi kimdir?” “Sensin ey Allah Resûlü!” dediler. O da bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Âdemoğullarının efendisiyim. Arabın efendisi Ali’dir.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Evsat’ta). Ali radiyallahu anh’dan: Ona denildi ki: “Çok sıcak günde üzerinde kış elbisesi; kışın soğukta ise yaz elbisesi giydiğini, buna rağmen terleyip terini sildiğini görüyoruz.” Şu cevabı verdi: “Gözlerim ağrıyorken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gözlerime tükürdü. Bugüne kadar bir daha hastalanmadım. Sonra bana şöyle dua buyurdu: ‘Allah’ım! Ondan sıcaklığı ve soğukluğu gider!’ O gün bugündür ne sıcaklık, ne de soğukluğu hissettim.” (Taberânî, el–Mu’cemu’l–Evsat’ta). “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, savaşa katılmadığı zaman silahını Ali’ye ya da Üsâme’ye verirdi.” (Ahmed ve Taberânî, el–Mu’cemu’l–Kebîr vel–Evsat’ta). Ebû Saîd radiyallahu anh’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “İçinizde Benim özünü (tenzîlini) esas alarak savaştığım gibi Kur’ân’ın yorumundan (te’vilinden) hareket ederek savaşacak kişiler vardır!” Ebû Bekr sordu: “O ben miyim?” “Hayır” dedi. Ömer sordu: “O ben miyim?” Ona da “Hayır. O, nalın tamircisidir” buyurdu. O esnada verdiği pabucunu Ali tamir ediyordu. (Ebû Ya’lâ). Ebû Cuhayfe radiyallahu anh’dan: Ali’ye dedim ki: “Ey Mü’minlerin Emîri! Sizde Allah’ın Kitâbında olmayan yani yazılı bir şey var mı?” “Daneyi yaratan, insana can veren Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kişiye Kur’ân’da olanı anlamak üzere ihsan ettiği anlayıştan başka bir şey bilmiyorum; bir de bu sahifede olanları biliyorum” dedi. “Ne var o sahifede?” diye sorulunca, “Onda şunlar vardır: Diyetle ilgili hükümler; esiri azat etme(ye yardımcı) olmak, bir de mü’minin kâfire karşı olarak (kısasen) öldürülmemesi” diye cevap verdi. (Buhârî, ilm 39, I, 36; cihâd 171/2, IV, 30; diyât 31, VIII, 47). Kays b. Ubâde radiyallahu anh’dan: Ben ve Eşter, Ali’nin yanına gittik, dedik ki: “Allah Resûlü diğer insanlara söylemediği bir şeyi sana (özel olarak) söyledi mi?” “Hayır; ancak bunda (sahifede) olanları bana özel olarak söylemiştir” dedi, kılıcının kabzasından bir sahife (yazı) çıkardı. Baktık ki içinde şu yazılıydı: “Mü’minlerin kanları eşittir. Onlar kendilerinden olmayanlara karşı bir güçtür. Rütbece en aşağı olanları bile onların zimmetine koşar. (Yani verdikleri sözü onlar namına yerine getirir). Dikkat edin; kâfire karşı mü’min (kısasen) öldürülmez. Verdiği süre içerisinde muâhid (zimmet ehli) de öldürülmez. Kim bir bid’at uydurursa vebali onadır; kim de bid’atçıyı himaye edip kollarsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun.” (Ebû Dâvud, no. 4530).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-12
İbnü’l-Müseyyeb radiyallahu anh’dan: Şamlı bir adam, başka bir adamı karısıyla yakaladı, onu öldürdü yahut ikisini de öldürdü. Muâviye bu olayda nasıl hüküm vereceğini bilemedi, Ebû Mûsâ’dan, Ali’ye bir mektup yazarak bunu sormasını istedi. Ebû Mûsâ da Ali’ye sordu, Ali şöyle cevap verdi: ‘Bu benim beldemde yaşanmış bir olay değil, bana işin esasını anlatmalısın’ dedi. Ebû Mûsa dedi ki: ‘Bunu sana sormamı Muâviye istedi.’ Ali şu cevabı verdi: ‘Ben Ebû Hasan’ım. Eğer (zina için) dört şahit getirmezse ipi (kısas yapmak üzere öldürülenin velilerine) verilir.’ (Mâlik, akdiye no. 18, s. 737). Haneş b. el-Mu’temir radiyallahu anh’dan: “Yemen’de kuyu kazdılar, içine bir arslan düştü, seyretmeye koyuldular. Derken bir adam düşerken, başka birine yapıştı, o da başka birine yapıştı. Derken dört kişi oldular, hep birlikte kuyuya düştüler. Arslan onları parçaladı. Sonunda bir adam mızrak atıp arslanı öldürdü. İnsanlar kuyuyu kazana, ‘Arkadaşlarımızı sen öldürdün; diyetlerini sen vereceksin’ dediler. Onun da arkadaşları geldi ve tartışmaya başladılar, nerdeyse birbirlerini öldüreceklerdi. O sırada Ali geldi ve durumu ona bildirdiler; meseleyi çözmesini istediler. Ali şöyle dedi: ‘Aranızda bir hüküm vereceğim; razı olan hoşnutluğunun karşılığını mutlaka bulur, olmayanın hakkı kalmaz, davayı Allah Resûlü’ne iletir.’ ‘Evet’ dediler. Şöyle hüküm verdi: ‘Çukuru kazanlardan dörtte bir diyet, üçte bir diyet, yarım diyet, tam diyet olarak (paralar) toplayın. Birincisine dörtte bir diyet verin, çünkü üstünde üç kişi ölmüştür. İkincisine üçte bir diyet verin, çünkü onun üstünde iki kişi ölmüştür. Üçüncüsüne yarım diyet verin çünkü üstünde bir kişi ölmüştür. Diğerine tam diyet verin. Eğer kabul ederseniz işte aranızdaki hüküm budur; etmezseniz Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e soruncaya kadar hiçbir hakkınız yoktur.’ Ertesi yıl Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gittiler. Başlarına gelenleri anlattılar. Makâm-ı İbrahîm’de otururken, ‘İnşaallah sizin davanızı halledeceğim’ buyurdu. Derken bir adam ayağa kalkıp şöyle dedi: ‘Ali, aramızdaki davayı halletti.’ ‘Nasıl halletti?’ diye sorunca; nasıl hallettiğini anlattılar. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Davanızın halli onun yaptığı gibidir,’” (Bezzâr, no. 1532). Mâlik radiyallahu anh’dan: “Bize ulaştığına göre, Osman’a evliliğinin altıncı ayında doğurmuş olan bir kadın getirilmiş ve onun recmedilmesini emretmişti. Ali ona şöyle demiş: ‘Bu kadının recmi olmaz. Çünkü Allah, ‘Onu (karnında) taşıması ve onu (sütten) ayırması(nın süresi) otuz aydır’ (Ahkâf, 46/15) buyurmuştur. Yine şöyle buyurmuştur: ‘Emzirmeyi tamamlamak isteyen kişi için, anneler iki tam yıl çocuklarını emzirirler.’ (Bakara, 2/233). Gebelik süresi (bu âyetlere göre) altı ay da olabilir. Bu nedenle ona recm uygulanmaz.’ Bunun üzerine Osman cezadan vazgeçilmesini emretti ama kadın çoktan recmedilmişti.” (Muvattâ, hudûd no. 11, s. 825). İbn Abbâs radiyallahu anh’dan: “Hz. Ömer’e zina eden deli bir kadın getirildi; birçok kişiyle onun hakkında istişare etti. Sonra recmedilmesini emretti. Derken Ali’ye rastladı ve ‘Nedir bunun (kadının) durumu?’ diye sordu. ‘Falanoğullarının deli kadınıdır. Zina etmiş de Ömer recmedilmesini emretmiş’ dediler. ‘Geri gönderin onu, cezayı uygulamayın!’ dedi. Sonra gelip Ömer’e şöyle dedi: ‘Ey Ömer! Sen şu üç kişiden kalemin kaldırıldığını bilmiyor musun: İyileşinceye dek deliden; uyanıncaya kadar uyuyan kimseden; akıl bâliğ oluncaya kadar küçük çocuktan.’ ‘Evet” deyince; ‘Öyleyse nedir bu kadının hali?’ ‘Hiçbir şey’ dedi. ‘Haydi kadını salıver!’ dedi. Ömer de ‘Allahuekber!’ diyerek kadını yolladı.” (Ebû Dâvud, no. 4399-4402). (devam edecek…)
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-13
eş-Şa’bî radiyallahu anh’dan: İki kişi bir adamın hırsızlık yaptığına dair tanıklık ettiler. Ali onun elini kesti. Sonra başka birini getirip “Esas hırsız budur. Ötekinde yanılmışız” dediler. Ali bunun üzerine onların şahitliğini reddetti ve birincisinin diyetini onlara ödetti, ayrıca şöyle dedi: “Eğer bunu kasten yaptığınızı bilsem, ikinizin de elini keserdim.” (Buhârî, diyât). Mâlik, Sevr b. Zeyd’den; Ömer, şarabın şer’î cezası hususunda istişare etti. Ali şöyle dedi: “Ona seksen sopa vurmanı uygun görüyorum; çünkü kişi içtiği zaman sarhoş olur, sarhoş olduğu zaman saçmalar, saçmaladığı zaman da iftira eder (iftiranın cezası seksen kamçıdır).” Bunun üzerine Ömer ona seksen sopa vurdu. (Mâlik, eşribe, no. 2, s. 842). Huseyn b. el-Münzir radiyallahu anh’dan: Osman’ın yanında bulundum. Yanına Velîd getirildi. İki rekât sabah namazı kılmıştı. (Sarhoş olduğu için) “Daha kılayım mı?” dedi. İki adam onun (sarhoşluğu) hakkında şahitlik yaptı. (O iki şahitten biri Humrân’dı). Bir tanesi içki içtiğini söylerken, ötekisi de kusarken gördüğünü söyledi. Osman, “Tam anlamıyla içmeseydi kusmazdı” dedi. (Osman) Ali’ye hitaben: “Ey Ali, kalk onu kamçıla!” dedi. Ali de, “Ey Hasan! Haydi sen kalk da onu kamçıla!” dedi. Bunun üzerine Hasan, “Hilâfetin serinlik, afiyet ve iyiliklerine nâil olan, onun sıcaklık, şiddet ve zorluklarına da katlanmalıdır” şeklinde bir söz söyledi. Sonra, “Ey Abdullah b. Ca’fer! Kalk şuna şer’î cezayı sen uygula!” dedi. Kalktı ve ona kamçı vurmaya başladı. Ali de bir yandan sayıyordu. Kırka varınca, “Bırak yeter!” dedi. Sonra şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekr, (bu gibi durumlarda) kırk kamçı vururdu. Ömer ise seksen kamçı vururdu. Bunların hepsi sünnettir. Bu sayı (kırk) bence daha uygundur.” (Müslim, hudûd no. 38, s. 1331). Ali radiyallahu anh’dan; Dedi ki: “Had vurduttuğum (kamçılattığım) kimselerden biri ölecek olsa içimde üzüntü duymam. Ancak sarhoşa had vurduğumda ölürse onun üzüntüsünü hissederim. Zira o (sarhoş) ölecek olursa (yakınlarına) diyet ödemem gerekir. Çünkü Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, içkinin haddi hususunda (kamçılamanın kesin miktarını) sünnet kılmamıştır.” (Tayâlisî, s. 26; Abdürrezzâk, no. 13543, 18007). İmâm Mâlik; Bana ulaştığına göre Hz. Ali, Allah’ın, “Karıkocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem gönderin. Eğer bunlar ıslah etmek isterlerse, Allah da onların aralarını buldurur. Çünkü Allah, Alîm’dir, Habîr’dir” buyruğunda (Nisâ, 4/35) geçen iki hakem hakkında şöyle dedi: “Allah, bu iki hakeme hem ayırma ve hem de birleştirme yetkisi vermiştir.” (Malik, Muvattâ, talâk 72, s. 584). Ca’fer b. Muhammed b. Alî radiyallahu anh’dan: Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Pazartesi günü vefat etti; Salı gününün sonuna kadar yıkanmadı. Saîd b. Hayseme’ye ait olan kuyunun suyundan yıkandı. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, o kuyudan su içerdi. Avret yerini yıkama işini Ali üstlendi. (Yıkanırken) Ali’nin gömleği üzerinde idi. Ali, onu Üsâme ile birlikte yıkadı. Kimine göre, Ensâr’dan bir adam suyunu döktü. el-Fadl da yıkamada bulundu. Ali, altını yıkarken o, kucağına aldı. Fadl artık yorulmuş olacak ki, “Beni rahatlat, beni rahatlat, takatim kalmadı, üzerime inen bir şey görüyorum” diyordu. Üç elbise içinde kefenlendi; ikisi Saharî, biri de bürde hırkası idi. İnsanlar namazını imamsız, kıldılar. Bir grup geldi namazını kılıp çıktı; onları başka bir grup takip etti. O yerinde duruyordu. (Rezîn)
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-14
Huzeyfe radiyallahu anh’dan, dedi ki: “Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehl-i Beyt’i çıkıp da iki fırka olduktan sonra birbirlerinin yüzüne kılıç salladıkları zaman haliniz nice olur?” Denildi ki: “Ey Ebû Abdullah! O zamana erişirsek ne yapmalıyız?” “Ali’nin emrinde olanlara bakın, onlarla beraber olun. Çünkü o gün o, doğru yol üzere olacaktır” dedi. (Bezzâr). Ebû Râfi’ radiyallahu anh’dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ali’ye dedi ki: “Seninle Âişe arasında (ilerde) bir şey (savaş) cereyan edecektir.” “Benimle mi ey Allah Resûlü?” “Evet.” “Arkadaşlarımın arasında ben mi?” “Evet.” “Peki, ben onların en kötüleri miyim?” “Hayır. Ancak böyle bir olay olduğu zaman, onu (Âişe’yi) güvence içinde geri gönder!” (Ahmed, Bezzâr ve Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr). Ali radiyallahu anh’dan: “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ahdi bozanlar, zalimler ve başkaldıranlarla savaşacağımı bana önceden haber vermişti.” (Bezzâr ve M. el-Evsat). Zeyd b. Vehb radiyallahu anh’dan: O, Hâricîlerin üzerine giden Ali’nin ordusundaydı. Ali şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: ‘İleride bir kavim çıkacak, Kur’ân okuyacaklar. Onların okuyuşu yanında sizin okuyuşunuz hiç kalacak. Onların namazları yanında sizin namazlarınız da bir hiç kalacak. Orucunuz da oruçları yanında hiç kalacak. Kur’ân’ı okuyacaklar ve Kur’ân’ın kendi lehlerine olduğunu sanacaklar, oysa aleyhlerine olacak. Namazları köprücük kemiklerinden (yani boğazlarından) öteye geçmeyecek. Onlar okun avı delip geçtiği İslâm’dan gibi çıkacaklar. Onlarla savaşan ordu Peygamberlerinin lisanıyla kendilerine takdir edilen şeyi bilselerdi (başka) hiçbir amelde bulunmazlardı. Onların işareti şudur: İçlerinde bir adam vardır ki, pazusu olduğu halde kolu yoktur. Bu pazunun üstünde birkaç beyaz kıl olup meme başı gibi bir şey vardır. Sizler Muâviye ve Şamlıların üzerine gideceksiniz ve buradakileri bırakacaksınız. (Sizin yokluğunuzdan yararlanarak) onlar da sizin çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin adınıza halef olacaklar.’ (Ali dedi ki): Vallahi ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Zira onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasp ettiler. Öyleyse Allah adına üstlerine yürüyün!” Seleme b. Küheyl dedi ki: “Beni, Zeyd b. Vehb menzilden menzile taşıdı. Köprünün üstünden geçtik. O gün Hâricîlerin başında Abdullah b. Vehb er-Râsibî vardı. (Ali) şöyle dedi: “Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkartın! Korkarım onlar size Harûre gününde olduğu gibi sulh teklif edeceklerdir.” Bunun üzerine döndüler ve mızraklarını attılar, kılıçlarını kınlarından çekip çıkardılar. Askerler onları mızrak yağmuruna tuttular. Öldürüp üst üste yığdılar. O gün cengâverlerden sadece iki kişi öldürüldü. Ali dedi ki: “Gidin bakın ve aralarında sakat herifi arayın!” Gittiler onu aradılar ama bulamadılar. Bunun üzerine Ali kendisi kalkıp gitti. Nihayet üst üste öldürülmüş insanların yanına vardı. “Bunları geri çekin!” dedi. Onu (bahsedilen kolsuz adamı) en aşağıda buldular. Ali “Allahüekber” diyerek tekbir aldı. Sonra şöyle dedi: “Allah doğru söyledi, Resûlü de bunu doğru olarak tebliğ etti.” Bunun üzerine Abîde es-Selmânî kalkıp şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emîri! Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah aşkına söyle, bu olayı Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bizzat duydun mu?” “Kendinden başka hiç ilah bulunmayan Allah aşkına evet bunu Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den duydum” dedi. Ona (Ali’ye) üç kere yemin verdirdi. O da üç kere yemin etti. (Müslim, zekât 156, s. 748-9). Ali radiyallahu anh’dan: “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında, karnıma açlıktan taş bağlamışımdır. Oysa malımın zekâtı, kırk bin dinarı buluyordu.” (Ahmed, I, 159). Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ali’ye dedi ki: “Önceki milletlerin en kötüleri kimdir?” “Ey Allah Resûlü (Sâlih aleyhisselâmın) devesini kesenler!” dedi. “Doğru söyledin” buyurdu. “Peki, sonrakilerin en kötü ve bedbahtı kimdir?” “Bilmiyorum, ey Allah Resûlü!” Onun çenesini göstererek, “İşte senin burana vuranlardır” buyurdu. Ali Iraklılara şöyle derdi: “İsterim ki en kötü ve bedbahtınız kalkıp gelsin. -Çenesinini göstererek elini başının ön kısmına koydu:- Şuramdan şuraya kadar, beni kana bulasın!” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de).
|
Sünni kaynaklarda Hz.Ali-XIV
Huzeyfe radiyallahu anh’dan, dedi ki: “Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehl-i Beyt’i çıkıp da iki fırka olduktan sonra birbirlerinin yüzüne kılıç salladıkları zaman haliniz nice olur?” Denildi ki: “Ey Ebû Abdullah! O zamana erişirsek ne yapmalıyız?” “Ali’nin emrinde olanlara bakın, onlarla beraber olun. Çünkü o gün o, doğru yol üzere olacaktır” dedi. (Bezzâr). Ebû Râfi’ radiyallahu anh’dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ali’ye dedi ki: “Seninle Âişe arasında (ilerde) bir şey (savaş) cereyan edecektir.” “Benimle mi ey Allah Resûlü?” “Evet.” “Arkadaşlarımın arasında ben mi?” “Evet.” “Peki, ben onların en kötüleri miyim?” “Hayır. Ancak böyle bir olay olduğu zaman, onu (Âişe’yi) güvence içinde geri gönder!” (Ahmed, Bezzâr ve Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr). Ali radiyallahu anh’dan: “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ahdi bozanlar, zalimler ve başkaldıranlarla savaşacağımı bana önceden haber vermişti.” (Bezzâr ve M. el-Evsat). Zeyd b. Vehb radiyallahu anh’dan: O, Hâricîlerin üzerine giden Ali’nin ordusundaydı. Ali şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: ‘İleride bir kavim çıkacak, Kur’ân okuyacaklar. Onların okuyuşu yanında sizin okuyuşunuz hiç kalacak. Onların namazları yanında sizin namazlarınız da bir hiç kalacak. Orucunuz da oruçları yanında hiç kalacak. Kur’ân’ı okuyacaklar ve Kur’ân’ın kendi lehlerine olduğunu sanacaklar, oysa aleyhlerine olacak. Namazları köprücük kemiklerinden (yani boğazlarından) öteye geçmeyecek. Onlar okun avı delip geçtiği İslâm’dan gibi çıkacaklar. Onlarla savaşan ordu Peygamberlerinin lisanıyla kendilerine takdir edilen şeyi bilselerdi (başka) hiçbir amelde bulunmazlardı. Onların işareti şudur: İçlerinde bir adam vardır ki, pazusu olduğu halde kolu yoktur. Bu pazunun üstünde birkaç beyaz kıl olup meme başı gibi bir şey vardır. Sizler Muâviye ve Şamlıların üzerine gideceksiniz ve buradakileri bırakacaksınız. (Sizin yokluğunuzdan yararlanarak) onlar da sizin çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin adınıza halef olacaklar.’ (Ali dedi ki): Vallahi ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Zira onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasp ettiler. Öyleyse Allah adına üstlerine yürüyün!” Seleme b. Küheyl dedi ki: “Beni, Zeyd b. Vehb menzilden menzile taşıdı. Köprünün üstünden geçtik. O gün Hâricîlerin başında Abdullah b. Vehb er-Râsibî vardı. (Ali) şöyle dedi: “Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkartın! Korkarım onlar size Harûre gününde olduğu gibi sulh teklif edeceklerdir.” Bunun üzerine döndüler ve mızraklarını attılar, kılıçlarını kınlarından çekip çıkardılar. Askerler onları mızrak yağmuruna tuttular. Öldürüp üst üste yığdılar. O gün cengâverlerden sadece iki kişi öldürüldü. Ali dedi ki: “Gidin bakın ve aralarında sakat herifi arayın!” Gittiler onu aradılar ama bulamadılar. Bunun üzerine Ali kendisi kalkıp gitti. Nihayet üst üste öldürülmüş insanların yanına vardı. “Bunları geri çekin!” dedi. Onu (bahsedilen kolsuz adamı) en aşağıda buldular. Ali “Allahüekber” diyerek tekbir aldı. Sonra şöyle dedi: “Allah doğru söyledi, Resûlü de bunu doğru olarak tebliğ etti.” Bunun üzerine Abîde es-Selmânî kalkıp şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emîri! Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah aşkına söyle, bu olayı Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bizzat duydun mu?” “Kendinden başka hiç ilah bulunmayan Allah aşkına evet bunu Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den duydum” dedi. Ona (Ali’ye) üç kere yemin verdirdi. O da üç kere yemin etti. (Müslim, zekât 156, s. 748-9). Ali radiyallahu anh’dan: “Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında, karnıma açlıktan taş bağlamışımdır. Oysa malımın zekâtı, kırk bin dinarı buluyordu.” (Ahmed, I, 159). Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ali’ye dedi ki: “Önceki milletlerin en kötüleri kimdir?” “Ey Allah Resûlü (Sâlih aleyhisselâmın) devesini kesenler!” dedi. “Doğru söyledin” buyurdu. “Peki, sonrakilerin en kötü ve bedbahtı kimdir?” “Bilmiyorum, ey Allah Resûlü!” Onun çenesini göstererek, “İşte senin burana vuranlardır” buyurdu. Ali Iraklılara şöyle derdi: “İsterim ki en kötü ve bedbahtınız kalkıp gelsin. -Çenesinini göstererek elini başının ön kısmına koydu:- Şuramdan şuraya kadar, beni kana bulasın!” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’de).
|
Sünni kaynaklarda Hz. Ali-XIIV
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|