Hz. Ali Efendimizin hikmetli sözlerinden bazılarını aktarıyoruz:
“Haktan, gerçekten sonra, dalaletten başka ne vardır ki?”
“Yaptığın zulümlerden geçip, hakları sahibine vermekten daha üstün adalet olmaz.”
“Suçluyu me’yus etme; nice suç işleyen vardır ki sonu bağışlanmaya erer. Nice kulluk eden vardır ki sonunda cehenneme girer.”
“İktisada riayet eden yoksulluğa düşmez.”
“Öl de alçalma; azı yeter bul da yüzsuyu dökme. Çalışıp bir şey elde edemeyen, oturunca hiçbir şey elde edemez.”
“Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır.”
“Mazlumun zalimden öç alacağı gün, zalimin mazluma zulmetttiği günden daha çetindir.”
“Tamah seni kul etmesin; Allah seni hür yarattı.”
“Bir evdeki gasbedilmiş bir tek taş, o evin yıkımı için rehin edilmesi demektir.”
“İnsanların en insaflısı, kendisi hakkında bir hakim hüküm vermeden nefsine insaf edeni, kendi hakkında hüküm verenidir. İnsanların en fazla cevredeniyse, cevrini, zulmünü adalet bilenidir.”
“Rabbin rızasını isteyen, zulmeden buyruk sahibine karşı adalet sözünü söylesin.”
“Kötülüğü eliyle, diliyle, gönlüyle gidermeye çalışan, hayırlı huyları nefsinde toplamıştır. Halka gördüğü kötülüğü diliyle, gönlüyle inkâr eden fakat eliyle kötülüğe engel olmayan, hayır huylarından ikisini yapışmış, birini yitirmiştir. Gönlüyle inkâr edip eliyle, diliyle inkâr etmeyense üç huyun en yücesini yitirmiş, birini elde etmiştir. Halktan kötülüğü diliyle, gönlüyle, eliyle inkâr etmeyenler, gidermeye çalışmayanlarsa diri gibi görünen ölürlerdir.”
“Yakîn ile uyku, şüpheyle namazdan hayırlıdır.” (Bu sözü Haricilerden birinin gece namazı kıldığını, Kur’an okuduğunu görünce söylemişlerdir).
“Allah ona rahmet etsin, ona olan hüznümüz, şehadetine sevinenlerin sevinçleri kadar. Ancak onlar, kendilerini sevmeyen birini yok ettiler. Bizse bir dostu yitirdik.” (Bu sözü Muhammed b. Ebu Bekr’in şehadeti dolayısıyla buyurdular).
“Allah Malik’e rahmet etsin; Malik ne Malik’ti? Tek yüce bir dağ olsaydı ne üstüne bir nal basabilirdi, ne yücesine bir kuş uçup konabilirdi.”
(Bu sözü Malik el-Eşter’in şehadetini duyunca söylemişlerdi).
Allah’ın malını talan edecekler
İmam Ali (a.s.) bir hutbesinde Beytü’l-mal ile ilgili olarak şöyle buyuruyor: “... Ama beni üzen şudur ki bu ümmetin yönetiminin akılsız ve fasit insanların eline düşüp Allah’ın malını kendilerine alıp elden ele dolaştırmalarından korkuyorum”
Abdurrahman bin Af öldüğünde geride büyük bir servet bırakmıştı. Kâ’b, onun hakkında olumlu konuşup, “Allah ona dünya ve âhiret hayrını vermiştir” deyince, Hz. Ebuzer, ona şöyle dedi: “Ey Yahudi tohumu! Bu kadar mal ve servet miras bırakan birisini rahmetle anıyor ve Allah’ın ona, dünya ve ahiret saadeti vereceğini mi sanıyorsun ki onun için bu kadar ümitleniyorsun?”
Şüphesiz Hz. Ebuzer’in itirazı Abdurrahman ve onun gibi hiçbir şeye sahip olmazken onca mal mülkü nasıl topladıklarınaydı; öyle ki öldükten sonra külçe altınları baltayla parçalayıp, vârislerin arasında taksim etmekten baltacıların elleri kabarmıştı! Servetinin sekizde biri dört hanımı arasında taksim edildiğinde, her birine seksen bin dinar düştü!
O, bu serveti ticaret, ziraat veya fabrikalarından elde etmemişti. Müslümanların Beytü’l-malından alınan, halife tarafından bağışlanan mallar idi bunlar. Hz. Ebuzer’in itirazı böyle servetler içindi. Bu, bütün mal sahipleri hakkında aynı görüşü benimsediğine delil teşkil etmez.
Hz. Ebuzer, sadece Beytü’l-malı “Allah’ın malı” biliyordu ve şahsi mülkiyetleri kabul ediyordu. Muaviye, saray yaptırdığında Hz. Ebuzer ona şöyle dedi: “Bu saray eğer Beytü’l-maldan yapılmışsa, Müslümanlara hıyânet etmişsin ve eğer kendi şahsi malından yaptırmış isen israf etmişsin.” O, bu sözüyle malı açıkça ikiye ayırmıştır ve de hıyanet ve israftan men etmiştir; asıl tasarruf hakkından değil. Buna ilaveten, Muaviye ona üç yüz dinar yolladığında şöyle dedi: “Eğer bu para bu yıl benim Beytü’l-maldan kesilen hakkım ise kabul ediyorum. Yok, eğer hediye ise benim ona ihtiyacım yoktur.”
Hz. Ebuzer’in Beytü’l-mala “Allah’ın malı” demesi Resulullah’a (s.a.a) uyduğundandır. Öyle ki Resûlullah da şöyle buyurmuştur: “As’ın çocukları otuz tane olduğunda Allah’ın malını kendilerine çekip, birbirlerine devredecekler.”
Ömer bin Hattab da Beytü’l-malı Allah’ın malı diye adlandırıyordu. Ebu Hureyre, Bahreyn valiliğinden ayrılıp, aşırı servetle Medine’ye geldiğinde Ömer, ona şöyle dedi: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı, Allah’ın malını çaldın değil mi?” (el-Emval-u Ebi Ubeyd, s.269).
Emirü’l-Müminin Ali (a.s) da defalarca hutbelerinde Beytü’l-malı, Allah’ın malı diye adlandırmıştır. Örneğin Nehcü’l-Belağa’nın Şıkşıkıye hutbesi diye meşhur hutbesinde şöyle buyuruyor: “Osman’ın yakınları elele vererek bahar otları yiyen develer gibi Allah’ın malını yediler.” (Nehcü’l-Belağa 3. Hutbe).
Diğer bir hutbede de şöyle buyurmuştur: “Eğer Beytü’l-mal benim şahsi malım olsaydı, onu Müslümanların arasında eşit bir şekilde taksim ederdim ve kimseyi birbirinden ayırt etmezdim, kaldı ki bu mal, Allah’ın malıdır.” (a.g.e., 126. Hutbe).
Yine diğer bir hutbede şöyle buyuruyor: “... Ama beni üzen şudur ki bu ümmetin yönetiminin akılsız ve fasit insanların eline düşüp Allah’ın malını kendilerine alıp elden ele dolaştırmalarından korkuyorum.” (Nehcü’l-Belağa, 62. Mektup).
Görüldüğü üzere Beytü’l-mala “Allah’ın malı” denmesi sadece Hz. Ebuzer’in icadı olan bir şey değildi ve bizzat Allah Resulü’nün zamanından beri İslam toplumunda yaygın bir tabirdi.

Abdurrahman bin Af öldüğünde geride büyük bir servet bırakmıştı. Kâ’b, onun hakkında olumlu konuşup, “Allah ona dünya ve âhiret hayrını vermiştir” deyince, Hz. Ebuzer, ona şöyle dedi: “Ey Yahudi tohumu! Bu kadar mal ve servet miras bırakan birisini rahmetle anıyor ve Allah’ın ona, dünya ve ahiret saadeti vereceğini mi sanıyorsun ki onun için bu kadar ümitleniyorsun?”
Şüphesiz Hz. Ebuzer’in itirazı Abdurrahman ve onun gibi hiçbir şeye sahip olmazken onca mal mülkü nasıl topladıklarınaydı; öyle ki öldükten sonra külçe altınları baltayla parçalayıp, vârislerin arasında taksim etmekten baltacıların elleri kabarmıştı! Servetinin sekizde biri dört hanımı arasında taksim edildiğinde, her birine seksen bin dinar düştü!
O, bu serveti ticaret, ziraat veya fabrikalarından elde etmemişti. Müslümanların Beytü’l-malından alınan, halife tarafından bağışlanan mallar idi bunlar. Hz. Ebuzer’in itirazı böyle servetler içindi. Bu, bütün mal sahipleri hakkında aynı görüşü benimsediğine delil teşkil etmez.
Hz. Ebuzer, sadece Beytü’l-malı “Allah’ın malı” biliyordu ve şahsi mülkiyetleri kabul ediyordu. Muaviye, saray yaptırdığında Hz. Ebuzer ona şöyle dedi: “Bu saray eğer Beytü’l-maldan yapılmışsa, Müslümanlara hıyânet etmişsin ve eğer kendi şahsi malından yaptırmış isen israf etmişsin.” O, bu sözüyle malı açıkça ikiye ayırmıştır ve de hıyanet ve israftan men etmiştir; asıl tasarruf hakkından değil. Buna ilaveten, Muaviye ona üç yüz dinar yolladığında şöyle dedi: “Eğer bu para bu yıl benim Beytü’l-maldan kesilen hakkım ise kabul ediyorum. Yok, eğer hediye ise benim ona ihtiyacım yoktur.”
Hz. Ebuzer’in Beytü’l-mala “Allah’ın malı” demesi Resulullah’a (s.a.a) uyduğundandır. Öyle ki Resûlullah da şöyle buyurmuştur: “As’ın çocukları otuz tane olduğunda Allah’ın malını kendilerine çekip, birbirlerine devredecekler.”
Ömer bin Hattab da Beytü’l-malı Allah’ın malı diye adlandırıyordu. Ebu Hureyre, Bahreyn valiliğinden ayrılıp, aşırı servetle Medine’ye geldiğinde Ömer, ona şöyle dedi: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı, Allah’ın malını çaldın değil mi?” (el-Emval-u Ebi Ubeyd, s.269).
Emirü’l-Müminin Ali (a.s) da defalarca hutbelerinde Beytü’l-malı, Allah’ın malı diye adlandırmıştır. Örneğin Nehcü’l-Belağa’nın Şıkşıkıye hutbesi diye meşhur hutbesinde şöyle buyuruyor: “Osman’ın yakınları elele vererek bahar otları yiyen develer gibi Allah’ın malını yediler.” (Nehcü’l-Belağa 3. Hutbe).
Diğer bir hutbede de şöyle buyurmuştur: “Eğer Beytü’l-mal benim şahsi malım olsaydı, onu Müslümanların arasında eşit bir şekilde taksim ederdim ve kimseyi birbirinden ayırt etmezdim, kaldı ki bu mal, Allah’ın malıdır.” (a.g.e., 126. Hutbe).
Yine diğer bir hutbede şöyle buyuruyor: “... Ama beni üzen şudur ki bu ümmetin yönetiminin akılsız ve fasit insanların eline düşüp Allah’ın malını kendilerine alıp elden ele dolaştırmalarından korkuyorum.” (Nehcü’l-Belağa, 62. Mektup).
Görüldüğü üzere Beytü’l-mala “Allah’ın malı” denmesi sadece Hz. Ebuzer’in icadı olan bir şey değildi ve bizzat Allah Resulü’nün zamanından beri İslam toplumunda yaygın bir tabirdi.