Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı (1)
İmam Ali (a.s.) efendimizin, Peygamber (s.a.a.) efendimizin vefatından 3 ay kadar önce,
Gadir-i Hum’da, Maide suresinin 67. ayetinin gereği olarak Hz. Peygamber’den sonraki halife ve mü’minlerin emiri olduğu, vasi, hidayet önderi, imam olduğu tüm ashabın önünde ilan edilmiştir.
Gadir-i Hum hutbesinin, Maide 67. ayetin ve de Maide 3. ayetin İmam Ali’nin hilafetinin ilanıyla ilgili olduğu gerçeğini 222 Ehl-i Sünnet kaynağı, bunların birçoğu da mütevatir hadis olarak nakletmiştir.
Bu kaynakları,
Prof. Dr. Haydar Baş’ın eşsiz eserleri Ehl-i Beyt Külliyatı ve de Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt kitabında bulabilirsiniz. Fakat şu bir gerçek ki, İmam Ali’nin doğumundan Gadir-i Hum’a kadar birçok hadisede ve Hz. Peygamber’in beyanatında, bunun böyle olacağı defalarca ilan edilmiştir. Esasen Gadir-i Hum’daki ilan bir sonuçtur, devir teslim törenidir. Prof. Dr. Haydar Baş’ın da altını önemle çizdiği gibi, Gadir-i Hum, nübüvvet yolunun son bulduğu, kıyamete kadar devam edecek olan velayet yolunun başladığı gündür. Orada, Allah’ın emriyle, 124 bin sahabenin önünde nübüvvetten velayete bir bayrak teslimi yapılmıştır. Ve din Maide 3. ayetin beyanıyla bu teslimle birlikte tamamlanmıştır. Şimdi dilerseniz, tarihi süreç içinde İmam Ali efendimizin, Hz. Peygamber’den sonra bu makama geleceğini gösteren işaret levhası niteliğindeki hadiseleri kaynaklarıyla aktaralım. 1) Kabe’de doğması: Hz. Ali (a.s.) dünya tarihinde bir mucize ile Kabe’nin içinde doğan tek kişidir. Hz. Ali’nin muhterem validesi Fatıma binti Esed doğum sancıları geldiğinde Kabe duvarına yaslanarak şöyle dedi: “Allah’ım, Sana ve Senin Peygamberine ve Senin tarafından gönderilen tüm kitaplara ve Kabe’yi inşa eden ceddim İbrahim’e sağlam bir imanım var. Allah’ım, Kabe’yi inşa eden ceddimin ve karnımda taşıdığım çocuğumun hatırına benim doğumumu kolaylaştır.” Fatıma, ardından bir mucize ile Kabe’ye girdi ve orada doğum yaptı. (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.246; Keşfü’l-Gumme, c.1, s.90) Sünni alim Hakim Nişaburi şöyle demektedir: “Hz. Ali’nin Kabe’deki doğumu bize sahih rivayetlerle ulaşmıştır.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.246; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.483) Alusi Bağdadi şöyle yazıyor: “Hz. Ali’nin Kabe’deki doğumu tüm dünyada meşhur ve maruftur. Ve şimdiye kadar hiç kimse bu fazilete nail olamamıştır.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.246; Şerh-i Kaside-i Abdülbaki Efendi, s.15) 2) Hz. Peygamber’in himayesine girmesi: Mekke’de büyük bir kıtlık ve kuraklık baş gösterdi. O sırada Peygamberin amcası Ebu Talib, ailesi kalabalık olduğu için geçim sıkıntısı çekiyordu. Peygamberimiz diğer amcası Abbas’a, “Ebu Talib’in yükünü azaltmak için oğullarından birini evimize götürüp, bakımını üstlenelim” teklifinde bulundu. Abbas, Haşimoğulları’nın zenginlerindendi. Birlikte Ebu Talib’in yanına gidip konuyu açtılar. Ebu Talib bu teklifi kabul etti. Sonuçta; Abbas Ca’fer’i, Hz. Muhammed (s.a.a.) de Ali’yi alıp evlerine götürdüler. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.249; İbn-i Kesir, El-Kamil-ü Fi’t-Tarih, Dar-ı Sadır, c.2, s.58) İslam Peygamberi, Hz. Ali’yi himayesine aldıktan sonra, “Ben Muhammed, Allah’ın Benim için seçtiğini seçtim” buyurdu. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.249; Ebu’l-Ferez İsfehani, Makailu’t-Taliyn) 3) Hz. Ali, Hira Mağarası’nda: Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi evine götürdüğü ilk günden beri, O’nu asla kendi başına bırakmamıştır. Tarihçiler şöyle yazıyor: “Hz. Ali, Hz. Peygamber ile her zaman beraberdi. Hz. Peygamber ibadet için şehir dışındaki dağlara ve çöllere gittiği vakit bile Hz. Ali’yi yanında götürürdü.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.255; İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c.13, s.208) Hz. Ali bu konuda şöyle diyor: “Her yıl Hira Dağı’na çekilir, kulluğa koyulurdu. O’nu Ben görürdüm, başkası göremezdi.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.255; Nehcü’l-Belağa, 192. Hutbe) “Ben çocukluk çağlarında Hira Dağı’nda Hz. Peygamberin yanında iken, O’ndan dökülen vahiy ve risalet nurunu görebiliyor, O’nun nübüvvet kokusunu duyuyordum.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.256; İbn-i Ebi’l-Hadid, a.g.e, c.13, s.197) Hz. Ali çocukluk çağlarında işittiği sesler hakkında şöyle diyor: “O’na vahiy gelirken şeytanın feryadını duyduğumda,
“Ya Resulullah, bu feryat nedir?” diye sordum.
Buyurdu ki: “Bu feryat eden şeytandır.
Kendisine halkın kulluk etmesinden ümidi kesti artık.
Sen enim duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin. Ancak Sen peygamber değilsin fakat vezirsin.”
(Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.256; Nehcü’l-Belağa, Kaasıa Hutbesi) |
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı (2)
4) İmam Ali ilk iman eden kişi:
İbn-i Ebi’l Hadid’in, Nehcü’l Belağa şerhinde yazdığına göre, “Sahih kitaplarda (Kütüb-i Sitte) rivayet edilmektedir ki; Cebrail ilk defa nazil olup,
Hz. Peygamber’i, peygamberlik makamıyla şereflendirdiği zaman Hz. Ali de O’nun yanında idi.
(Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.257; Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c.13, s.208) “Hz. Muhammed (s.a.a.) Pazartesi günü peygamberliğe seçildi.
Hz. Ali, ertesi gün (Salı) peygamberle beraber namaz kıldı.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.257; El-Hakim Nişaburi, El-Müstedrek El-Sahiheyn Dar’ül-Marifet, c.3, s.17) Bu şeref başka hiçbir sahabeye nasip olmamıştır. 5) Kendini Hz. Peygamber için feda etti: Hicret gecesi müşrikler Peygamber Efendimizi öldürmek için suikastçılarını gönderdiler. Hz. Peygamber, yatağına Hz. Ali’yi yatırdı. Hz. Ali, zerre kadar tereddüt etmeden bu ölüm yatağına uzandı. Hatta O, kendi canından ziyade Allah Resulü’nün sağ salim kurtulmasını düşünüyordu. “Ya Resulullah! Kendimi Sana feda edersem Sen kurtulacak mısın?” Resulullah, “Evet, Rabbim Bana bunu vaad etti” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ali Allah’a şükrünü eda etti. (Bu olayı çok sayıda alim nakletmiştir). (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.271; El-Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.1, s.331; Tarih-i Dimaşk, İbn asakir, c.1 s.137) Hz. Ali’nin bu eşsiz fedakarlığı, Kur’an’da şu şekilde ifade edilmiştir: “İnsanlardan öyleleri vardır ki (Ali gibi hicret gecesi Peygamberin yatağında yatmak suretiyle) Allah rızasına nail olmak için kendini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını esirger.” (Bakara, 207) Müfessirlerin hemen hepsi, bu ayetin Hz. Ali hakkında indiğini tasdik etmiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.257) Hüccetü’l-İslam İmam Gazali İhya-u Ulumid’din’de Hz. Ali’nin bu muhteşem fedakarlığı ile ilgili şu hadiseyi nakleder: Yüce Allah, o gece iki büyük meleği olan Cebrail ve Mikail’e hitap etti: “Ben ikinizden birine ölümü, diğerine ise hayatı vermeyi kararlaştırsam hanginiz yaşam hakkını diğerine verip ölüme razı olur?” Her iki melek de ölüme razı olup böyle bir fedakarlıkta bulunmadı. Bunun üzerine Yüce Allah bu iki meleğe hitap etti: “Yeryüzüne inin ve görün ki Ali nasıl ölümü satın almış kendisini Peygamber’e feda etmiş. O zaman Ali’yi düşmanın şerrinden mahfuz kılın.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.273; İmam Gazali, İhya-u Ulumid’din) Böyle Allah’ın takdir ettiği, meleklerin gıpta ettiği eşsiz bir fedakarlık sadece İmam Ali (a.s.) efendimize nasip olmuştur. Aynı zamanda Hz. Peygamber’de bulunan Mekkelilere ait emanetleri de Hz. Peygamber adına Hz. Ali dağıtmıştır. 6) Hz. Peygamber Kuba’da Hz. Ali’yi bekliyor: Hicrette Hz. Peygamber Kuba’da Amr b. Avf’ın evine misafir olmuştur. Orada 10 küsur gün kaldı. Hz. Peygamber’e Kendisi için bir ev ve mescid inşa etmeyi teklif ettikleri zaman şöyle buyurdu: “Hayır, Ben Ali b. Ebu Talib’i bekliyorum. Gelip Bana yetişmesini emretmiştim. Ali gelmeden bir eve yerleşmem, inşallah çabuk gelir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.278; Ravzatü’l-Kafi, s.339) Peygamber Efendimiz Medine’ye Hz. Ali gelmeden girmedi. 7) İmam Ali, Resulullah efendimizin kardeşidir: Resulullah herkes için bir kardeş tayin ederken Hz. Ali için bir kardeş tayin edilmemiş, O yalnız kalmıştı. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: “Bütün ashabını birbirine kardeş tayin ettin, Beni yalnız bıraktın.” Resulullah şöyle buyurdu: “Beni hak üzere peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Seni Kendime ayırdım. Musa için Harun ne idiyse, Benim için de Sen osun. Şu kadarı var ki, Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Sen Benim kardeşim ve mirasçımsın.” Hz. Ali, “Senden sonra neyin mirasçısı olacağım?” diye sorduğunda Resulullah şöyle buyurdu: “Benden önceki peygamberler neyi miras bıraktılarsa… Rablerinin kitabını ve peygamberlerinin sünnetini… Sen cennetteki kasrımda Benimle beraber olacaksın.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.283; Menakıb-u Ali b. Ebi Talib, Ahmed b. Hanbel; Tarih-i Dimaşk, İbn Asakir, c.6; Kenzu’l-Ummal, El Muttaki El-Hindi, c.5, s.40; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.14) Esasen “Musa için Harun ne idiyse, Benim için de Sen osun. Şu kadarı var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir” ifadesi, “Benden sonra peygamber gelseydi bu Sen olurdun Ya Ali” demektir. Zaten devamında Hz. Peygamber, “peygamberler neyi miras bıraktılarsa…” ifadesiyle bunu açıkça ifade etmektedir.
|
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı (3)
(8) Allah’ın Aslanı Bedir’de:
Bedir Savaşı’nda müşriklerden 70 kişi esir alındı, 72 kişi öldürüldü. Kaynaklar bunların büyük bölümünü Hz. Ali’nin öldürdüğünü yazar. En az 24 kişiyi öldürmüş, 18 kişinin de öldürülmesine yardımcı olmuştur. Hz. Ali’nin öldürdüğü kişiler Kureyş’in büyükleriydi. (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.288; Keşfu’lGumme, c.1, s.182) Bedir Savaşı’nda İslam ordusunun, kendisinden kat kat güçlü düşman ordusuna karşı elde ettiği zaferde Hz. Ali’nin rolü çok büyüktür. Hz. Ali Bedir’de, savaşın belirleyici faktörü olmuştur. Aynı zamanda Hz. Ali Resulullah’ın bayraktarlığını da yapmıştır. (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.289; Elİstiab, İbn Abdulbirr, Maliki, c.3, s.333; Tarihi Dimaşk, İbn Asakir, c.1 s.142) İslam’ın bu varlık yokluk mücadelesinin verildiği ilk savaşında, hatta birçok meşhur sahabe, “savaşmayalım, Medine’ye dönelim” derken, İmam Ali efendimiz en ön safta olması, en büyük mücadeleyi ortaya koyması İslam’ın İmam Ali’nin kılıcı üzerine bina edilmesine vesile olmuştur. 9) Uhud Savaşı’nda İmam Ali (a.s.) İmam Caferi Sadık Uhud Savaşı ile ilgili şunları söylüyor: “Uhud Savaşı’nda şirk ordusunun bayraktarları dokuz kişiydi. Hepsi de Ali’nin güçlü elleriyle helak oldular.”
(Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.293; Elİrşad, Şeyh Müfid, s.47) “Kureyş’in bayraktarlarını (yere sererek) yenen kişi Ali idi.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.289; İbn Esir, elKamilü Fi’tTarih, c.2, s.145)
Müşriklerin sancağı savaş meydanının ortasına düştü, kimse kaldırmaya cesaret edemiyordu.
Savaş kazanılmıştı ama Halid b. Velid komutasında pusuda bekleyen müşrikler vardı. Müslümanlar ve özellikle de Allah Resulü’nün stratejik bir konuma yerleştirdiği okçular, vazifelerini terk ederek ganimet peşine koştular. Halid b. Velid ve yanındakiler saldırıya geçince Müslümanlar iki müşrik ordusu arasında kaldılar ve dağıldılar. Allah Resulü de tehlike altına girmişti, yanında çok az kişi kalmıştı. İşte bu anda da Kendisini İmam Ali Efendimiz yalnız bırakmadı. İbn Esir, Tarih’inde şöyle yazıyor: “İslam Peygamberi saldırmak üzere olan bir müşrik grubu görünce Hz. Ali’ye “onlara saldır” buyurdu. Hz. Ali, Hz. Peygamberin emri ile onlara saldırdı. Bir kaçını öldürerek bozguna uğrattı. Hz. Peygamber başka bir grubu gördü ve Hz. Ali’ye “saldır onlara” diye emir verdi. Hz. Ali de üzerlerine saldırıp, bir kısmını öldürdü. Bir kısmını devre dışı bıraktı. Bu sırada vahiy meleği Hz. Peygambere, ‘Bu Ali’nin gösterdiği fedakarlıkların en üstünüdür’ deyince Resulullah, ‘O Bendendir, Ben de O’ndanım’ buyurdu. O anda gökten, ‘ Ali gibi kahraman, Zülfikar gibi kılıç yoktur’ nidası duyuluyordu.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.294; İbni Esir, elKamilü Fi’tTarih, c.2, s.154) Kifayet’ul Talibin’in 27. babında, Abdullah ibni Mesud’dan Resulullah’ın şöyle buyurduğu naklediliyor: “Ali hangi savaşa yöneldiyse, Cebrail’i sağında, Mikail’i solunda ve bir bulutun da O’nu gölgelendirdiğini görüyordum. Nihayet Allah O’na zafer nasip ediyor.” 10) İmam Ali’nin Hz. Fatıma ile evliliği: Hz. Ali’nin Hz. Fatıma ile evliliği bizzat Cenabı Hakk’ın emriyle olmuştur. Birçok sahabe Hz. Fatıma ile evlenmek istemesine rağmen hem Allah Resulü hem de Hz. Fatıma buna sıcak bakmamıştır. Allah Resulü, bu insanlık tarihinin en mükemmel evliliği için Ali’ye hitaben şöyle buyuruyor: “Eğer Sen olmasaydın, şu yeryüzünde O’na (Hz. Fatıma’ya) denk biri bulunmazdı.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.307; ElMenakıb, İbn Şehraşub, c.2, s.181) Bu şekilde Hz. Peygamberin kıyamete kadar devam edecek olan kutlu neslinin temeli İmam Ali ile atılmış oldu. |
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı
X11) Hendek Savaşı’nda İmam Ali (a.s.)
Kureyş İslam’ı ortadan tamamen kaldırmak maksadıyla bir kez daha birleşti.
Çeşitli kabilelerle ve Yahudilerle ittifak yapıldı.
Nihayet üşriklerin sayısı on bini buldu. Bu orduya Ebu Süfyan komutanlık ediyordu. (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali; es-Siyretü’l-Halebiyye, c.2, s.631) Müşrik ordusu 10 bin kişiyi bulurken, İslam ordusu 3 bini geçmiyordu. Yapılan istişare neticesinde Allah Resulü (s.a.a.) Hz. Selman-ı Farisi’nin görüşünü beğendi ve bu çerçevede Medine etrafına hendek kazıldı. Hendeğin dar yerlerinden bazı müşrikler geçti, bunlardan bir tanesi de Arap yarımadasının en güçlü savaşçısı bilinen ve “bin savaşçıya bedel” denilen Amir bin Abdul Vedd idi. Amir, çelik bir zırh giymişti savaş meydanında şöyle bağırıyordu: “Cennet iddiacıları neredeler? İçinizden beni cehenneme göndermeyi veya kendisi cennete gitmeyi isteyen biri yok mu?” Onun bu meydan okuması herkesin kalbine korku düşürmüştü. Sanki kulaklar kapanmış, diller tutulmuştu. Vakıdi bu durumu, “Sanki başlarına kuş konmuştu” şeklinde anlatıyor. (Megazi, c.2, s.48) Resulüllah, “Bunun karşısına çıkacak biri yok mu?” buyurdu. Hz. Ali, “Ben çıkarım ya Resulallah” dedi. Resulullah O’nu oturttu. Amir ikinci ve üçüncü kez savaşacak er talep etti. Hz. Ali’den başka kimse ona cevap vermedi. Resulüllah her defasında O’nu oturtuyor ve şöyle diyordu: “Ya Ali, bu Amir’dir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.310; es-Siretü’n-Nebeviyye, İbn Hişam, c.3, s.224; Tarih-i Taberi, c.3, s.172) Resulüllah, “Ya Ali, bu Amir’dir” dediğinde Hz. Ali şöyle cevap verdi: “Olsun, Ben de Ali’yim.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.310; ibn Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nencü’l-Belağa, s.248) Sonunda Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin başına kendi sarığını sardı. Kendi kılıcını kuşandırdı. Ve Kendi zırhını giydirdi. Ve Amir’in karşısına çıkmasına izin verdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
“Allah’ım Ubeyde’yi Bedir günü, Hamza’yı Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali’dir. Beni yalnız bırakma. Sen mirasçıların en hayırlısısın.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.310; Mevsuatu’t-Tarihi’l-İslami, c.2, s.491,492; el-Menakıb Harezmi, s.144, es-Siresü’l-Halebiyye, c.2, s.318) Burada “Beni yalnız bırakma” ve “Sen mirasçıların en hayırlısısın” ifadelerine dikkat etmemiz gerekiyor. Hz. Ali savaş meydanına çıktı. Resulüllah şöyle buyurdu: “İmanın tamamı, küfrün tamamının karşısına çıktı.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.311; Milani, Kadetuna, c.2, s.108; Dimyeri, Hayatu’l-Heyevan, c.1, s.248; Yenabiü’l-Mevedde, bab:23; Şerh-i Nehcü’l-Belağa, ibn-i Hadid, c.19, s.61) Dikkat ederseniz İmam Ali efendimiz için Hz. Peygamber, “imanın tamamı” ifadesini kullanmıştır, başka hiçbir sahabe için böyle bir ifade buyurmamıştır. Neticede İmam Ali, Amir’i öldürdü ve bu hadise müşrik ordusunda büyük bir korkuya neden oldu. Resulullah, Hz. Ali’yi karşılayıp şöyle buyurdu: “Aferin sana ey Ali! Senin bugünkü şu cihadın, İslam ümmetinin kıyamete kadar yapacağı bütün iyi amellerin toplamından daha üstündür. Zira Senin bu zaferin sayesinde kafirler zillete düşüp alçalmış, Müslümanlar ise izzet, onur ve gurur kazanmıştır. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.312; Biharü’l Envar, c.20, s.205) 11) Hudeybiye’de İmam Ali: Müslümanlar Kâbe’yi ziyaret etmeyi çok arzu ediyorlardı. Hz. Peygamber hac ziyaretine niyet etti. Gerekli hazırlıkları yaptı. Ve Kureyş’le veya başka herhangi bir toplulukla savaşa niyeti olmadığını ilan etti. Kureyşliler bunu haber alınca, Halid b. Velid komutasında bir grup atlı ile Hz. Peygamber’in önünü kesmeye karar verdiler. Müslümanlar Cuhfe mevkiine geldiklerinde suları tükenmişti. Peygamberimiz bazı kişileri su bulmak için görevlendirdi. Ancak bunlar Kureyş’ten çekindikleri için su bulamadan eli boş geri döndüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi çağırdı. Ve O’nu birkaç kişiyle beraber su bulmaya gönderdi. Herkes Hz. Ali’nin de eli boş döneceğinden emindi. Hz. Ali yola çıkıp, Harar denilen yere kadar gitti. Kapları su ile doldurdu, Hz. Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber tekbir getirdi. Hz. Ali’ye hayır duada bulundu. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e; el-İrşad, s.108; Keşfü’l-Gumme, c.1, s.280) İmam Ali Efendimiz tıkanılan her noktada İslam’ın ve Müslümanların önünü açmış ve her defasında da Allah Resulü’nün övgüsüne mazhar olmuştur.
|
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı
X13)İslam’a ilk davet yemeğinde Hz. Ali’nin hilafeti ilan edildi: “En yakınlarını uyar” (Şuara, 214) ayet-i kerimesi inince, Allah Resulü (s.a.a.), Hz. Ali’yi (a.s.) yemek hazırlayarak yakınlarını yemeğe çağırmakla görevlendirdi. O gün Hz. Ali’nin çağrısı üzerine Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb’in de bulunduğu yaklaşık kırk kişi Ebu Talib’in evinde toplandılar. Yemekten sonra Allah Resulü onlara buyurdu ki: “Ey Abdulmuttaliboğulları! Allah’a ant olsun ki, Ben Arap gençleri arasında kendi soyuna Benim getirdiğim şeyden daha iyi bir şey getiren bir genci tanımıyorum. Ben, sizin için dünya ve ahiret iyiliğini getirdim. Allah Beni, sizleri O’na çağırmakla görevlendirdi. Sizlerden kim, Benim bu görevimde Bana yardım ederek Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızda temsilcim olmak ister? Orada bulunanlar arasında hiç kimseden ses çıkmadı. Yalnızca Hz. Ali kalkıp dedi ki; “Ey Allah’ın Elçisi! Ben Sana yardım etmeye hazırım.” Allah Resulü (s.a.a.) buyurdu ki; “Ey Ali! Sen otur.” Bu konuşma üç kez tekrarlandı. Her üçünde de Allah Resulü’nü kabul eden yalnızca Hz. Ali oldu. Bunun üzerine Allah Resulü elini, Hz. Ali’nin omzuna koyarak şöyle buyurdu: “Bu Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızdaki halifemdir. Onu dinleyiniz ve onun buyruklarına uyunuz.” (Taberi, Tefsir, 19/68; Suyuti, ed-Dürrül-Mensur Fit-Tefsir Bil-Mesur, 15/335) Bunun üzerine orada bulunanlar gülerek dağılmak üzere kalkıp Ebu Talib’e dediler ki: “Kendi çocuğunu dinleyip buyruklarına uymanı sana farz kıldı.” (Taberi, Tarih, s.217; İbn Esir, Kamil, 2/22; Ebulfeda, Tarih, 1/116; İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, 3/257–258; Halebî, Sire, 1/38; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/111, 159, 331; Nesai, Hasais-ül Aleviyye, s.6; Hâkim, Müstedrek, 3/123; Muttaki el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, 6/392, 396–397, 408; Muntehab-u Kenzul Ummal, 5/41–43) 14) Hayber’in fethinde İmam Ali (a.s.): Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri idi. Burası aynı zamanda fitnenin de merkeziydi. Burada bulunan Yahudiler defalarca, Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaptığı saldırılara katılmışlardı. Bu durumun önüne geçmek için Hz. Peygamber Hicret’in yedinci yılında (M.628) 1600 kişilik bir ordu ile fethi imkânsız denilen Hayber Kalesi’ne yürüdü. Hayber Kalesi savunma açısından çok güçlü bir yapıya sahipti. Çok sayıda savunma teçhizatı vardı. Hz. Peygamber, Medine’den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali’ye verdi. Hayber halkı sabah evlerinden çıktıklarında Hz. Peygamber’in ordusunu karşısında buldu. Bunun üzerine kalelerine kapandılar. Hz. Peygamber kaleyi kuşatma altına aldı. Kalenin çevresinde şiddetli çırpışmalar oldu. Bazı kaleler İslam ordusu tarafından ele geçirildi. Çatışma yirmi küsur gün sürdü. Ama bazı kaleler hâlâ alınamıyordu. Bunların içinde en büyüğü olan Kâmus Kalesi inatla direniyordu. İslam ordusu bir türlü burayı açamıyordu. Resulullah şiddetli bir baş ağrısına yakalandığı için, orduya bizzat komuta edemiyor, sancağı her gün birine verip, kaleyi fethetmekle görevlendiriyordu. Ama her biri sonuç alamadan dönüyordu. Hz. Peygamber, sancağı Ebu Bekir’e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir fethi gerçekleştiremeden geri döndü. Resulüllah ikinci gün sancağı Ömer’e verdi ve kaleleri ele geçirmesini emretti. O da başarısız oldu. Ordusu onu, o da ordusunu korkaklıkla suçluyordu. Hz. Peygamber bu çekişmeye son vererek şöyle buyurdu: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, O Allah ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de O’nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah O’nun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.319, 320; Tarih-i Taberi, c.2, s.300; Tarih-i Dimaşk, İbn Asakir, c.1, s.166; Tercumetü’l-İmam Ali, Tezkiretü’l Havass, İbn Cevzi el-Hanefi, s.32; es-siretül-Halebiyye, c.3, s.37) Herkes başını kaldırdı. Boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kastedilmiş olmasıydı. Ömer b. Hattab şöyle demişti: “O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim.” (Tezkiretü’l Havass, s.32) Gün ağarınca Hz. Peygamber sancağın getirilmesini emretti. İnsanlar bekliyorlardı. Resulüllah Hz. Ali’yi çağırdı, orada bulunanlar, “Gözleri ağrıyor” dediler. Resulüllah, “O’nu çağırın” buyurdu. Seleme b. Evka gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali’nin elinden tutup O’nu Hz. Peygamber’in yanına getirdi. Hz. Ali gözlerini sargı ile sarmıştı. Resulüllah eliyle ağzının suyunu alıp, Hz. Ali’nin gözlerine sürdü. O anda İmam Ali’nin gözleri sapasağlam oldu. Sonra Allah Resulü şöyle dua etti: “Allah’ım! Sıcakta ve soğukta O’na yarımcı ol.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.320; Tarih-i Taberi, c.2, s.301; El-Kamil İbn Esir, c.2, s.220; Feraidü’s-Simtayn, c.1, s.264) Hz. Ali, önce Yahudilerin en güçlü savaşçılarını bir iki hamlede mağlup etti. Yahudiler korkularından kaleye dönüp kapılarını kilitlediler. Hz. Ali kale kapısına yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. Daha sonra kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler kaleyi ele geçirdiler. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.321; Tarih-i Taberi, c.2, s.103; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.114) Allah şefaatlerinden mahrum etmesin. Yarın devam edeceğiz.
|
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı
X15) Beraat Suresi’nin tebliğinde İmam Ali (a.s.): Hicretin dokuzuncu yılının sonunda Hicaz’ın hemen hemen bütün noktalarında tevhid inancı hakim olmuştu. Ancak az bir grup eski batıl inançlarından vazgeçmiyordu. Bu sırada Beraat Suresi nazil oldu. Burada Peygamberimizin müşriklere karşı takınacağı tavır belirleniyordu ve Allah Resulü (s.a.a.) gerekirse askeri kuvvetle putperestliği ortadan kaldırmaya memur oldu. Ve bu durumu Kurban Bayramı günü Hicaz’ın her noktasından gelen kalabalık bir insan topluluğuna ilan etmekle görevlendirildi. Beraat Suresi indiği zaman Allah Resulü’nün hacca gitmek gibi bir niyeti yoktu. Bu sebeple Hz. Ebu Bekir’i huzuruna çağırdı ve ona Beraat Suresi’nin ilk ayetlerini öğretti. Ve onu kırk kişiyle birlikte Kurban Bayramı günü bu ayetleri okumak üzere Mekke’ye gönderdi. Hz. Ebu Bekir Mekke’ye doğru yola çıktıktan sonra, Hz. Peygambere bir vahiy nazil oldu: “Bu emirleri ya Hz. Peygamberin Kendisi ya da O’ndan olan biri insanlara ulaştırsın. Bu iki kişiden başka kişinin bu işe salahiyeti yoktur.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.325, 326; Sire-i İbn-i Hişam, c.4, s.545) Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Ali’yi huzuruna çağırdı. O’na Mekke’ye hareket etmesini, yolda Ebu Bekir’e yetişerek ayetleri ondan almasını ve Cenab-ı Hakk’ın, Hz. Peygambere bu ayetleri ya Kendisinin ya da Ehl-i Beyt’inden olan birisinin insanlara okumasını emrettiğini, bu yüzden bu işin Kendisine havale edildiğini söylemesini istedi. Hz. Ali, Hz. Peygamberin özel devesine bindi. Hz. Peygamberin yakın ashabından bir grup ile Mekke’ye hareket etti. Hz. Ebu Bekir’e yetişerek, durumu ona izah etti. Ve ayetleri kendisinden teslim aldı. Mekke’ye girdi ve Zilhicce’nin onuncu günü Cemre-i Akabe’nin üstüne çıkarak yüksek sesle Beraat Suresi’nin on üç ayetini okudu. Ve şöyle seslendi: “Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Mekke’ye giremeyecektir. Kabe çıplak olarak tavaf edilmeyecektir. Müşriklerden kimin Hz. Peygamberle imzaladığı bir antlaşma varsa bu, belirlenen süreye kadar geçerlidir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.326; El-Bidaye Ve’n-Nihaye, İbn Kesir, c.5, s.45) Bu olayın insanlar üzerinde büyük tesiri oldu. Müşrikler grup grup İslam dinini kabul ettiler. Hicret’in onuncu yılında Hicaz’da şirk tamamen ortadan kalkmıştı. Bu arada, Hz. Ebu Bekir Resulüllah’ın huzuruna vardı ve korkmuş bir halde şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim hakkımda bir şey mi nazil oldu? Kötü bir şey mi yaptım?” Peygamberimiz “hayır” dedi. “Ancak Bana o ayetleri Benim ya da Benden olan birinin tebliğ etmesi emredildi. Benim tarafımdan Ali’den başkası bu ayetleri tebliğ edemezdi” buyurdu. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.326; El-Kamil Fi’t-Tarih, İbn Esir, c.2, s.291; Fezailu’l-Hamse Mine’s-Sihahi’s-Sitte, c.2) 16) Tebük Seferi’nde İmam Ali (a.s.) Tebük seferi, Hicret’in dokuzuncu senesinin Receb ayında meydana geldi. Peygamberimiz, Rumların Arap Yarımadası’na saldırmak üzere planlar yaptıklarının haber almıştı. Bunun üzerine Kendisi de gereken hazırlıklara başladı. Ancak Hz. Peygamber Kendi yokluğunda Medine’yi yalnız bırakmak istemiyordu. Münafıkların fitne çıkarma ihtimalleri yüksekti. Ve öte yandan Medine’ye her an bir düşman saldırısı da meydana gelebilirdi. Bu sebeple Hz. Peygamber, geride güvenilir, liyakat sahibi birini bırakmak düşüncesindeydi. Bu hassas görev için Hz. Ali’yi seçti. Resulullah Tebük’e doğru yola çıktı. Ancak Hz. Ali’nin geride kalması münafıkların işine gelmedi. Bu sebeple Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi aşağıladığı ve o’na kızdığı için geride bıraktığı söylentisini yaymaya başladılar. Hz. Ali bu dedikodulardan haberdar olunca, kılıcını alarak Hz. Peygambere yetişti. Ve şöyle dedi: “Ya Resulallah! Münafıklar Senin, Beni aşağılamak ve Bana duyduğun öfkeyi belli etmek için Beni geride bıraktığını söylüyorlar.” Resulüllah şöyle buyurdu: “Yerine dön. Çünkü Medine Bensiz ya da Sensiz olmaz. Sen ailem, hicret yurdum ve kavmim hususunda Benim halifemsin. Ey Ali! Musa için Harun neyse, Sen de Benim için o olmak istemez misin? Şu farkla ki Benden sonra peygamber gelmeyecektir.” Bunun üzerine Hz. Ali Medine’ye döndü. Hz. Peygamber de yoluna devam etti. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.341, 342; Tarih-i Taberi, c.2, s.368; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.138; es-Siretü’l-Halebiyye, c.3, s.132; Sahih-i Buhari, Bab-u Gazvet-i Tebuk, c.6, s.3; Sahih-i Müslim, Kitab-u Fedaili’s-Sahabe, c.5, s.23; Tirmizi, c.2, s.300; Müsned-i Ahmed, c.1, s.185; Sünen-i İbn Mace, c.1, s.42; Tarih-i Bağdat, c.1, s.432) Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
|
Doğumundan Gadir-i Hum’a İmam Ali’nin hilafet ilanı
X17) Mübahale olayında İmam Ali (a.s.): Resulüllah, Necran Hıristiyanlarını İslam’a davet etmişti. Onlar, büyük âlimlerinden 70 kişiyi beraberindekilerle birlikte Medine’ye gönderdiler. Kafile 300 kişiyi buluyordu. Resulüllah ile birkaç ilmî münazara yaptılar. Ve ciddi şekilde yenilgiye uğradılar. Çünkü Peygamber’in delilleri, Hıristiyanların elinde bulunan kitaplardandı. O kitaplarda son peygamberin zuhuru ve nişaneleri ile ilgili Hz. İsa’nın sözleri mevcuttu. Ancak makam ve mevki sevgisi Hıristiyan âlimlerin teslim olmasına engel oluyordu. Bunun üzerine Mübahele ayeti nazil oldu: “Sana gelen bunca ilimden sonra yine de bu hususta Seninle çekişip, tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım.” Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber Hıristiyanları mübahaleye (karşılıklı lanetleşme) davet etti, onlar da bunu kabul etti. Ertesi gün Hıristiyanların tamamı Medine’nin çıkışında Hz. Peygamberi bekliyorlardı. Resulüllah’ın kalabalık bir toplulukla geleceğini düşünüyorlardı. Medine kalesinin kapısı açıldı. Resulüllah sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın, ön tarafında ise iki çocuk olduğu halde geldi ve Hıristiyanların karşısındaki bir ağacın altına oturdu. Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, yanındakilere bu gelenlerin kim olduğunu sordu. Onlar da “O genç, O’nun damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebi Talib’dir. O Kadın, kızı Fatıma’dır. Çocuklar ise torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin’dir” dediler. Bunun üzerine piskopos şöyle dedi: “Bakın Muhammed en yakınlarını ve en çok sevdiklerini mübahaleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Eğer tereddüdü olsaydı onları getirmez, mübahaleden vazgeçerdi. Onunla mübahale yapmak kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri’nden korkmasaydım O’na iman ederdim. O’nun isteklerini kabullenerek şehrimize dönelim.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.343, 344; İmam Fahr-i Razi, Tefsir-i Kebir; İmam Ebu İshak Salefi, Keşfu’l-Beyan; Celaluddin Suyuti, ed-Durrü’l-Mensur; Kadı Beyzavi, Envaru’l-Tenzir) Dikkat ederseniz Mübahale ayetindeki “kendimizi” ifadesi, Kendisini ve Hz. Ali’yi ifade etmektedir. Hz. Peygamber, daha birçok hadisinde Hz. Ali’yi hep “Kendisinden” olarak ifade etmiştir. Örneğin; Hakim, Mecmaü’l-Beyan’ında şu hadisi nakleder: “Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Allah peygamberleri muhtelif şecerelerden yaratmıştır. Ama Beni ve Ali’yi bir şecere ve ağaçtan yaratmıştır. Ben o ağacın kökleri mesabesindeyim. Ali ise o ağacın gövdesidir…” Bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz “Beraat Suresi’nin okunması” hadisesinde de yine Cenab-ı Hakk’ın benzer bir ifadeyi, “Ya Sen ya da Senden olan” ifadesini kullandığını ve Hz. Peygamberin pratikte “Senden olan”ı Hz. Ali olarak seçtiğini görmekteyiz. 18) İmam Ali’nin Resulüllah ile putları kırması: Hz. Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Resulüllah beni putları kırmak üzere götürdü Bana, ‘otur’ dedi. Kâbe’nin yanına çömeldim. Sonra Resulüllah omuzlarıma çıktı ve ‘ayağa kalk’ dedi. O’nu yukarı doğru kaldırdım. Benim altında zayıf olduğumu fark edince, ‘otur’ dedi. Oturdum. Ve omuzlarımdan aşağı indi. Sonra, ‘Ey Ali! Omuzlarıma çık’ dedi. Hz. Peygamber’in omuzlarına çıktım. Sonra Beni yukarı doğru kaldırdı. O anda istesem göğe ulaşabilirim diye düşündüm. Kâbe’nin damına çıktım. Bakırdan yapılmış ve demir kazıklarla yapılmış, en büyük put Kâbe’nin üzerindeydi. Bana, ‘Onu yerinden sök’ dedi. Ben putu yerinden sökmek için uğraşırken, Hz. Peygamber “iyi iyi” diyerek beni teşvik ediyordu. Nihayet putu yerinden söktüm. Bana, ‘Onu parçala’ dedi. Ben de putu kırıp parçaladım, sonra aşağı indim.” (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e; el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, c.2 s.367; İbn Cevzi, Tezkiretü’l-Havass, 34; Yenabiü’l-Mevedde, Kunduzi, s.254) Bu lütufların hiçbirisi başka bir sahabeye nasip olmamıştır. Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
|
|
|
|
|
|
|