TEVHİDİN MERKEZİ EHLİBEYT
'BEN İLMİN ŞEHRİYİM ALİ KAPISI DIR'

M.Emin Koç İmam Ali’nin hilafeti tevil kabul etmez









Hz. Peygamberin (s.a.a), Gadir-i Hum günü, Maide Suresi 67. ayetinin emri gereği Hz. Ali’yi (k.veche) kendinden sonraki halifesi, velayet imamı ve kıyamete değin hidayet önderi olarak ümmetine ilan etmesine dair hadis ve haberler, inkarı küfrü gerektiren mütevatir ahkamdandır. (Gazzali, Sırru’lÂlemeyn ve KeşfuMaFi’d-Dareyn, Millet Kütüp., A. E. Arabi, Yazma-915, s. 15-16; es-Suyuti, Ezharu’lMütenasireBiAhbari’lMütevatire, Beyrut-1985, s. 12-13, 277-282; Aliyyul Kari, MirkatulMefatih, Beyrut, c. 11, s. 248, H. No: 6-6092;İbni Hacer Askalanî,Metalibu’l-Aliyye, Riyad-2000, c. 16, s. 142, H.No: 394; Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, İcmal Yay., İstanbul, s.353-455).
Gazzali’nin deyimiyle “nefislerinin riyaset ihtiraslarına kapılıp güç bayraklarını dalgalandıranlar”, ahkamın mütevatir olması sebebiyle onu inkar etmek yerine, huzurda ikrar edip gereğini üç-dört ay sonra ihlal yolunu seçtiler. Lakin her dara-zora girdiklerinde İmam Ali’nin kapısına düştüler, onun ilim ve hikmetiyle çıkış yolu bulabildiler.
Geçmişten günümüze, Sakife’de tohumu atılmış ve Muaviye ile dal-budak salmış olan Emevi siyaseti, kendi haksız-yetkisiz iktidarı için tehdit addettiği bu mütevatir gerçeği Müslümanların gönlünden söküp atmak üzere, ilim ve ictihad kisveli birçok entrika, tevil ve batıllar türetmiştir.
Bu tevilata göre, İmam Ali hakkındaki ayet ve hadislerde geçen “Velî” ve “Mevlâ” kavramları, hilafet ve siyasi önderlik anlamında değil; dost, yardımcı, arkadaş, yol gösteren ve manevi rehber manasınaymış! (İbnKuteybe, TeviluMuhteIifu’I Hadis, Daruİbn Affan-2009,s. 51-52)
Yanlış mananın yanlış tevili bu olsa gerektir… 
İlk günden bugüne İslamcı kisveli siyaset, bu bid’at ve batıl teviller üzerine bina edilmiş; İslam’ın mütevatir ahkamı, siyasete kurban edilmiştir.
Bu uydurma tevillerin İslam milletine faturası ise, Resulullah’ın cennet gülü Hz. Hüseyin ve yarenlerine reva görülen mezalim başta olmak üzere dünden bugüne İslam coğrafyasında yaşanan katliamlar, insanlık ve İslamlık dışı ahvaldir!
Hakikat şu ki, sadece Ehl-i Beyt ve Şia kaynakları değil; Sünni kaynaklar da, Hz. Ali hakkındaki ayet vehadislerde geçen “Velî” ve “Mevlâ” nitelemeleri, hem hilafet, hem de manevi rehberlik manalarını ifade etmektedir.
Hatta birçok hadiste de Rasulullah’ın Hz. Ali’ye dair bizzat “halifetîminbe’dî/ benden sonraki halifem” şeklinde apaçık beyanları mevcuttur… Gönlü karışıklar için birkaç notsunalım:
1- Gadir-i Hum hutbesinde Hz. Peygamber’in, kendisi ile Hz. Ali’nin ortak vasfı olarak “evlâ bi’lmü’minin” şeklinde üç-dört kere tekrar ettiği “evlâ” kavramı, Ahzab Suresi 6. ayette geçtiği üzere, yerine halef bırakmada (istihlaf), kamuya yönelik hüküm vermede ve idarede adaleti ikame etmede öncelik manası içermektedir. (Taberi, Camiu’l-Beyan, Kahire-2001, 1. baskı, c. 19, ss. 14-16).
İbnu’l-Cevzî, Hâzin, Nesefî, Şevkanî, Bağevive sair ulema da aynı manaya atıfta bulunmuşlardır (İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, Beyrut-1404, c.6, s. 182; Hâzin, Lübabu’t-Te’vil, 1415 baskısı, c.5, s. 105; Nesefî, Tefsir, Beyrut, c.3, s. 297; Şevkânî, Fethu’l-Kadir, Beyrut, c.4, s. 26; el-Bağavi, Tefsir, Daru’l-Marife, Beyrut, c. 3, s. 507).
2- Gadir-i Hum’un mütevatir ve sahih rivayetlerinde hem “Mevlâ”, hem de “Velî” ifadeleri mevcuttur. (İbnMace, c. 1, s. 43; Nesai, Hasais, s. 96; Bezzar, Müsned, c., s. 41). Bu ifadeler, hem hilafet, hem de manevi önderlik manalarını cemeder. Nitekim İmam Gazzali, Sakife ehli için “Böylece kendisinden sonra vekil bırakandan (Hz. Peygamberden) yüz çevirdiler” der. (Gazzali, Sırru’lÂlemeyn ve KeşfuMaFi’d-Dareyn, Millet Kütüp., A. E. Arabi, Yazma-915, s. 15-16; Zehebi, SiyeruA’lami’n-Nubelâ, Beyrut-1996, c. 19, s. 328).
Allame İbn Talha eş-Şafii, İmam SıbtİbnCevzi el-Hanefî, Hafız Ebu Said es-Sakafi, Hafız İbn Yusuf el-Gencî eş-Şafi, el-Ferğanî, el-Makrizîve sair ulema, Gadir-i Hum’daki velayet hadislerinde, İmam Ali’nin hilafeti, imameti ve istihlafının sabit olduğuna dikkat çeker (İbn Talha, Metalibu’s-Suul(Tahk.: M. A. Atıyye) s. 98; SıbtİbnCevzî, Tezkire, Beyrut-1401, s. 38-39; el-Gencî, Kifayetu’t-Talib, Tahran-1404, s. 166-167; el-Makrizî, el-Mevaizve’l-İ’tibar, Beyrut, c. 2, s. 220).
3- Sünni kaynaklardaki birçok sahih hadiste, Hz. Peygamber’in, Hz. Ali’ye dair “Ey Ali, sen, benden sonra her bir mü’min için benim halifemsin”şeklinde, hilafet dışında hiçbir yoruma açık olmayan bizzat “halifetîminbe’dî” beyanı vardır. Bu hadislerin ravileri de, Buhari ve Müslim’in şartlarını haiz sika/güvenilir kimselerdir.(İbnEbi Asım, es-Sünne (Tahk.: Dr. İbn Faysal el-Cevabire), Riyad-1998, c.2, s. 799, H. No: 1222; Ahmed, Müsned, Daru’l-Hadis, c. 16, s. 28, H. No: 21470; Ahmed, Müsned (A. M. Şakir) c.3, s. 331-333, H. No: 3062; el-Bani, Sahihu’l-Camiu’s-Sağır, c.1, s. 482, H. No: 2457; İbn Kesir, el-Bidaye (tahk.: İbnAbdilmuhsin et-Turkî) c. 11, s. 42-44) 
Hatta Rasulullah, İmam Ali’nin “kendisinin halifesi” olduğunu, risaletinin henüz ilk yıllarında “Önce en yakın akrabanı uyar” (Şuara Suresi 26/214) ayeti nazil olup, yakınlarını birkaç kere topladığı, yemek yedirdiği ve onları İslam’a davet ettiğinde ilan etmiştir. Orada Hz. Peygamber’in davetine Ali’den başkası icabet etmez. (Taberi, Tarih, c. 2, s. 63; Ahmed, Müsned, c. 1, s. 111; Heysemi, ez-Zevaid, c. 8, s. 302).
Bunlar Sünni kaynaklarda nakledilen sahih ve mütevatir gerçeklerdir.
Bu gerçekler gösteriyor ki, İmam Ali’nin hilafete nasb edilmesini ne inkar etmek mümkündür, ne de bu bağlamdaki hadisleri “dost, arkadaş, sahip” gibi manalara yuvarlayıp onun maddi ve manevi hilafetini gasp etmek… 
İslam’ın bu mütevatir gerçeğine inanıyor diye Amerika ve Haçlı aklıyla Müslümanlara savaş açıp İslam coğrafyasını kan gölüne çevirmek ise Emevî siyasetinden ve Yezid’in mezaliminden daha ağır bir vahşettir.








Önceki makalelerde, Hz. Peygamber’den sonra İmam Ali’nin hilafet ve imametini ilan eden hadislerin yanısıra Velayet, Menzile ve Gadir-i Hum haberlerinin, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın ortaya koyduğu 220 Sünni kaynak ekseninde “inkarı küfrü gerektiren mütevatir haberler” olduğunu anlatmıştık.
“Velî” ve “Mevlâ” kavramları etrafında türetilen batıl tevillere değinmiştik.
Hz. Peygamberin, İmam Ali’ye “sen benden sonraki halifemsin/ente halîfetî min be’dî” hitabının Sünni kaynaklarda sahih hadisler olarak var olduğunu hatırlatmıştık.
Söz konusu kaynaklara ulaşamayanlar için veya bulanık gönüllerin durulması adına yahut mürekkep yalamış nasipsizlere belki bir hidayet kapısı aralanır ümidiyle, Sünni kaynaklardaki bu tapu gibi hadisleri aktarmanın faydalı olacağına kanaatindeyim.
1- İbn Abbas (ra.) şunu nakletti. Resulullah (s.a.a), Ali’ye (k. veche) hitaben şöyle buyurdu:
“Musa’ya (a.s) nispetle Harun (a.s) ne ise, bana nispetle sen de osun; tek farkla ki, sen peygamber değilsin. Ve sen, benden sonra her bir mü’min için benim halifemsin/Ve ente halîfetî fî külli mü’minin min be’dî.”
- İsnadı hasendir. Hadisi rivayet edenler de, Buhari ve Müslim’in ravileridir; güvenilirdir. Bu hadisi teyid eden birçok haber vardır (Hafız İbn Ebi Âsım, Kitabu’s-Sünne, (Tahk: N. el-Bani), Beyrut-1980, c. 2, s. 565, H. No: 1188; es-Sünne, (Tahk: Dr. İbn Faysal el-Cevabire), Riyad-1998, c. 2, s. 799-800, H. No: 1222).
 2- Zeyd b. Sabit (r.a) şunu nakletti. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Size iki halife bırakıyorum/İnnî târikün fîkum halîfeteyn…
İlki, Allah’ın kitabıdır ki, o, gökten yeryüzüne uzatılmış iptir.
Diğeri ise Itretim, Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi, Havz-ı Kevser’im başına varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmaz.”
- İsnadı sahihtir, hasendir. Bu bağlamda birçok hadis varid olmuştur; 11046 ve 11073 nolu hadislere bak (Ahmed b. Hanbel, Müsned (Tahk: Ahmed ez-Zeyn), Kahire-1995, c. 16, s. 28, H. No: 21470).
el-Bâni, “Sahihtir. Ahmed b. Hanbel ve Taberani, Zeyd b. Sabit’ten nakletti” değerlendirmesi ile aynı hadise el-Fethu’l-Kebir’inde yer verdi (Nasıruddin el-Bani, Sahihu Camus-Sağir el-Fethu’l-Kebir, c. 1, s. 482, H. No: 2457).
3- İbn Abbas (r.a) etrafını insanların sardığı sohbette Hz. Peygamber’den Ali’ye dair işittiği on hasleti anlatırken şunları nakletti:
Resulullah, onun hakkında şöyle buyurdu:
“Ey Ali, dünyada ve ahirette, sen benim halifemsin… Musa’ya nispetle Harun ne ise, bana nispetle sen de onun gibi olasın, istemez misin? Bir farkla ki, sen peygamber değilsin.
Şüphesiz ki, sen benim halifemsin ki, ancak o zaman yola çıkabilirim/Lâ yenbeği en ezhebe illâ ve ente halîfetî…
Sen benden sonra her bir mü’min üzerine benim velimsin.”
- İsnadı sahihtir. Haberin ravilerini, İbn Hibban sikât (güvenilir kimseler) olarak kaydetti (Ahmed b. Hanbel, Müsned (Tahk: A. M. Şakir), Kahire-1995, c. 3, s. 331-333, H. No: 3062-3063; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Hicr-1998, c. 11, s.42-44).
4- İbn Abbas, Ali b. Ebi Talib’in şunları anlattığını nakletti:
“Önce en yakın akrabanı uyar” (Şuara Suresi 26/214) ayeti nazil olduğunda, Hz. Peygamber, beni çağırdı ve Yüce Allah’ın, kendisine yakınlarını uyarmasını emrettiğini, bu yüzden Cebrail’in uyarıcı olarak geldiğini anlattı. Cebrail’in kendisine tarif ettiği üzere yemek hazırladım, Abdulmuttalib oğullarını davet ettim. Aşağı-yukarı kırk civarında insan geldi. Rasulullah, etten bir parça alıp dişiyle kopardıktan sonra, Bismillah ile buyurun, dedi.
Allah’a yemin olsun ki, ancak tek kişinin doyacağı kadar olan yemekten istisnasız herkes yedi, hepsi karnını doyurdu. Bunları sütle sula, dedi; bir tas süt getirip hepsine verdim. Hepsi kana kana içip doydular.
Rasulullah, tam söze başlayacakken, Ebu Leheb başladı laflamaya… Hepsi dağıldılar. Ertesi gün için de aynı yeme-içmeyi hazırlayıp akrabayı çağırmamı emretti. Hazırladım; davet ettim. Yediler-içtiler; hepsi doydu. Rasulullah (s.a.a) şöyle hitap buyurdu:
“Ey Abdulmuttalib oğulları, size dünya ve ahiretin en hayırlı haberini getirdim. Yüce Allah, bana, sizi bu yeni dine çağırmamı emretti. Benim kardeşim, vasim ve halifem olmak üzere sizden hanginiz bana bu işte yardımcı ve arkadaş olacaktır?!”
Herkes sus-pus kesildi. Aralarında gözü çapaklı-baldırı en ince vaziyette olan ben, ayağa kalkıp “ben varım” dediğimde; Rasulullah (s.a.a), boynumdan tutarak “İşte bu genç benim kardeşim, vasim ve sizin aranızda benim halifemdir / İnne hâzâ ehî ve vesıyyî ve halîfetî fîküm… Onu dinleyiniz ve tabi olunuz” buyurdu.
Oradakiler gülüp-geçtiler. Rasulullah’ın tekrar ettiği üç defasında da sadece ben ayağa kalktım; ona varis olan benim… (Taberi, Tarihu’r-Rusul ve’l Mülük (Tahk: M. Ebulfadl İbrahim), Daru’l-Mearif - Mısır, 2. baskı, c. 2, s. 319-322; İbn Kesir, el-Bidaye, Dımeşk-201, c. 3, s. 242-243).
Sakife-Emevi siyasetinin, İslam ve ilim dünyasına kâbus gibi çökmesine de kaynaklar ışığında değiniriz.









Rasulullah’ın dar-ı bekaya rihletinden itibaren İslamve ilim dünyasının üzerine kâbus gibi çöken Sakife-Emevî siyaseti, İmam Ali’nin hilafet ve imametinin mütevatir kaynaklarını istediği gibi ortadan kaldıramadı. 
Ancak Gadir-i Hum vakıasını, orada Hz. Peygamber’in irad ettiği hutbeyi ve bu husustaki hadisleri, Müslümanların gönüllerini bulandıracak kadar paramparça etti.
İslam’ın “hilafet ve velayet”e dair bu mütevatir ahkamından savrulup Haçlı safına demirleyen Sünni dünya, Amerika ve Avrupa’nın kapı kulu olarak İslam dünyasının celladı olmaya devam ediyor.
Bu bakımdan Sakife-Emevi siyasetinin İslam ve ilim dünyamıza kâbus gibi çökmesini irdelemek, Sünni dünyanın “küfr-i inadî”yi andıran bu bağlamdaki “kronik cehaleti”ni ortadan kaldırmanın zorluğunu idrak etmek için önemlidir.
80 yıl İmam Ali ve Ehl-i Beyt’e cami minberlerinden lanet okutan “kılıca endeksli Emevî siyaseti”nin kalburundan ve mezaliminden geçen İslam ve ilim dünyasında, Ehl-i Beyt’e dair veya Gadir-i Hum’da Hz. Peygamber’in ilan ettiği hakikatlere dair doğru-dürüst bir hadis veya haber beklemek, mucize kabilinden olsa gerektir. 
Bugün Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın 220 Sünni kaynakla ortaya koyduğu Gadir-i Hum ve İmam Ali’nin hilafeti gerçeği, Yüce Allah’ın mü’minlere rahmeti ve Ehl-i Beyt’in bereketi vesilesiyledir.
Muaviye, Ehl-i Beyt’e lanet okunması için valilerine bizzat kendisi ferman göndermiştir. (Taberî, Tarih, c. VI, s. 124).
Hatta Sa’d b. EbîVakkas ve Said b. Zeyd gibi sahabilere, İmam Ali’ye lanet okumaları ve sövüp saymaları için bizzat baskı yapmıştır. (Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe, 32, No: 6220; Tirmizî, Menâkıb, 20, No: 3724).
Muaviye’nin, minberden bizzat lanet okumasının ardından minberlerde Hz. Ali’ye lanet okumak bir gelenek haline gelmiştir. (İbn Hacer, Feth, VII, 82).
Minberlerden İmam Ali’ye lanet okunması geleneği seksen yıl devam ettirilmiştir. (İbnAsâkir, TebyînuKezibi’l-MüfterîFîmâNüsibeİlel-İmâmEbi’l-Hasen el-Eş’arî, Beyrut-1404, s. 109)
Muaviye, kendisinin batıllarını onaylamayan Müslümanların başları üstünde kılıcını sallıyor, Hicazlılara yaptığı gibi, şöyle korku salıyordu: 
“Ben, iktidarı bu kılıcımla ele geçirdim, ona göre...”(İbnAbdirabbih, c. IV, s. 82; İbnKesîr, el-Bidâye, c. VIII, s. 132)
Muaviye’nin “kılıca endeksli iktidar geleneği”ni, kendinden sonrakiler ve valileri de sürdürüyordu. Nitekim Abdülmelik b. Mervan,Medine’ye geldiğinde Hz. Peygamber’in ashabını ve yakınlarını şöyle tembihliyordu: 
“Ben, bu ümmete ârız olan hastalıkların tedavisi için kılıçtan başka çare göremiyorum. Şimdi içinizden birisi çıkar da bana ‘Allah’tan kork!’ derse hemen kellesini vururum.”(İbnü’l Esir, el-Kâmil, c. IV, s. 41, 104).
Rasulullah’ın (s.a.a) ciğerpâresi İmam Hüseyin’den (ra) Ehl-i Beyt sevdalı yüce sahabi Hucr b. Adiyy’e, Ebu Hanife’den Said b. el-Müseyyeb’e, Ahmed b. Hanbel’den İmam Nesai’ye İslam’ın yüce zevatı, Emevî mezalimine tabi tutuluyordu.
Hz. Peygamber’in gözbebeği ve hakkın sancaktarı İmam Hüseyin’i batıl iktidarı uğruna 72 yareni ile kılıçtan geçirmeyi ibadet sayan ve Rasulullah’ın canlarına hayat hakkı tanımayan Emevî siyaseti, Ehl-i Beyt’in faziletine, hak ve hukukuna dair haber ve hadislere hayat hakkı tanır mı, yahut bunların talimine ve nakledilmesine edilmesine rıza gösterir mi?! (Geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin, İstanbul-İcmal Yayınları)
Cuma minberlerinden İmam Ali ve Ehl-i Beyt’e lanet okunmasına ve sövülüp-sayılmasına karşı çıktığı için yüce sahabi Hucr b. Adiyy (r.a) bizzat Muaviye tarafından şehit edilmiştir. (İbnu’l-Esîr, Kâmil, c. III, s. 239-240; İbnKesîr, el-Bidâye, c. VIII, s. 51-52)
Emevi entrikası öyle bir raddeye varmış ki, Muaviye’nin Kûfe valisi Ziyâd b. Ebîh, Hucr’un idamına ilişkin hazırladığı iddianamenin altına Kûfe ileri gelenleriyle birlikte Kadı Şureyh’inde ismini şahitler arasında yazmıştır.Adının yalancı şahit olarak yazıldığını fark eden Kadı Şureyh, acilen Muaviye’ye bir mektup yazarak, Hz. Hucr’un gerçek bir mü’min ve masum olduğunu, öldürülmesinin asla dinen caiz olmadığını beyan etmiştir. 
Muaviye ise iktidarının selameti için yüce sahabiHucr ve arkadaşlarını idam etmiş, şehit etmiştir. Cemel savaşında Hz. Ali’nin komutanı olarak kendi karşısında bulunan Hz. Hucr’un katledildiği haberini alan Mü’minlerin annesi Aişe dahi, Muaviye’yi Hucr’un katili olarak nitelemiş, ona karşı çıkmıştır. (Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. V, s. 264-266, 283-284; İbnu’l-Esîr, Kâmil, c. III, s. 239-240; İbnKesîr, el-Bidâye, c. VIII, s. 51-52).
Emevî siyaseti, kimilerini kılıçla susturmuş, kimilerini hapislerde çürütmüş, kimilerini de akçe ile dirhem ile satın alarak kendi batıl iktidarını ve mezalimini sürdürmüştür.  
Bu batıl siyaset ve mezalim ikliminde Sünnilik namına tedvin olan ilimden ve Emevî beslemesi ulemadan Ehl-i Beyt’e dair hangi hak ve hakikat beklenebilir?!
Konuyu, kaynaklar ışığında önümüzdeki hafta detaylandırmaya devam edelim, nasipse…  


 








Büyük Veli Ma’ruf Berzencî’nin, Nakşi-Halid
Bağdadî’ye yönelik mücadelesi kadar, Bağdadî’nin bölgedeki İngiliz misyon şefleri ve yerli figüranlarıyla olan bağlantıları da önemlidir.
Seyyid Berzenci, Bağdadî’nin küfür hallerini anlattığı “Tahrir’ul-Hitab” adlı risalesinde, Bağdadî’ye dair özetle şu tenkitleri yapmıştır: 
Kürtleri ayartarak ihtilaflar oluşturmaktadır. Ortalık onun bid’atlarıyla dolup taşmaktadır. Âlemde kendisinin tasarruf ettiğini ve gaybı bildiğini iddia etmektedir. Gittiği Hindistan’da Yogi sihirbazlıklarını talim etmiştir. Etrafında din olarak İngiliz Hristiyanlığı zuhur etmiştir (Nîzâr Abaza, Şeyh Halid en-Nakşibendi , Daru’l-Fikr, Dımeşk-1994, s. 16 vd.). 
Berzenci, Said Paşa’ya şu kaydı da düşmüştür: “Halid, Hindistan’a gitmiş ve dersini sihirbaz yogilerden almıştır” (M. M. el-Hâfız-N. Abaza, Ulemâ’u Dımaşk ve A’yânuha, Dâr’ul-Fikr’il-Muâsır, Beyrut, c. 1, s. 304).
Said Paşa, Berzenci’nin, Bağdadî’nin foyasını ortaya çıkartan okkalı risaleden hoşlanmamış; bir reddiye yazdırmıştır (Haydarizade, el-Mecdu’t-Talid, Matbaay-ı Amire-1292, s. 35 vd.) 
Berzencî’nin Kur’an ve Sünnet ölçüleri çerçevesinde yazdığı reddiyesine, Paşa’nın siyasi talimatıyla bir cevap yazılması manidardır.
Paşa, tekin bir tip değildir. Vezir payesine yükseltilerek Bağdat, Basra ve Şehrezor’un kendisine bağlandığı Paşa, karışık kimliği ve uygunsuz halleri yüzünden azledilerek Halep’e sürülmüştür (Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Bağdat, DİA, c.4, s. 435 ; Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA.), Tahvil d.53, s.22). Vali Said Paşa, Musul Valisi Ahmed Paşa’nın azledilip katledilmesi ve yerine Abdülcelilzadelerden Hasan Bey’in atanması karşılığında Sadrazama ve elemanlarına rüşvet teklif edecek kıratta ve cürette biridir (BOA., Sadaret Kethüdalığı Kalemi Dosyaları (A.SKT) 81/31 7; BOA., A.SKT  81/31). 
Halid Bağdadî’nin müridi olan Said Paşa’nın ve babasının asıl dikkate şayan yönleri İngilizlerle olan bağlantılarıdır.
1798’lerde İngiliz Hükümeti, stratejik öncelikli Irak bölgesini kendi sömürge yapmak üzere Harford Jones-Brydges’i, Bağdat’a siyasi konsolos olarak atadı. Jones’a verilen birincil görev “Bağdat Valisi üzerinde tesirde bulunarak itibar kazanmak ve Napolyon’un doğudaki etkisini ve planlarını takip etmek”ti (Dr. Nurcan Yurdakul, Basra ve Bağdat’da İngiliz Konsoloslukları (1798-1856), Marmara Unv. Türkiyat Araştrm. Enst., Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul-2014, s. 69)
Jones’a verilen görevler arasında Bağdat Eyaleti’nin nüfusu, silahlı kuvvetleri ve kaynakları hakkında bilgi temin etmenin yanında İran Devleti ve Mısır Valilikleri ve Vehhabiler hakkında bilgi toplamak da bulunmaktaydı. Arabistan‘daki bağımsız prensler ve Arabistan üzerinden yabancılar veya buranın sakinleri tarafından kontrol edilen Hindistan’a gidilebilecek yollar hakkında da bilgi toplaması istenmiştir (Fattah Hala, The Politics of Regional Trade in Iraq, Arabia and The Gulf: 1745-1900, , State University of New York Press, Albany-1997, s. 103; Dr. N. Yurdakul, a.g.tez, s. 66,)
İngilizlerin sömürge programlı Doğu Hindistan Şirketi Başkanı J. Bosanquet ise, süreci bir adım daha ileri götürerek, Fransa’ya karşı askeri harekâta geçmeleri durumunda Hindistan ordusunun bütün imkânları ile Bağdat Valisi’ne yardıma hazır olduğu mesajını iletmesini bildirdi (Bosanquet’un, 6 Haziran 1798 tarihinde Jones’a yazdığı mektup; Lorimer J. Gordon, A Gazetteer of Persian Gulf, Oman and Central Arabia, s. 1623-1624, Government Press, Calcutta-1908).
Bağdat Valisi Büyük Süleyman Paşa’ya, gerek Kraliçenin, gerekse Hindistan Genel Sekreterinin mektuplarını getiren Jones’un, bu mektuplarda esas olarak Fransa’nın Suriye çölleri, Fırat Vadisi ve Bağdat üzerinden Basra Körfezi yoluyla Hindistan’a ulaşması tehdidini bertaraf etmek sebebiyle “yetkilendirildiği” görülmektedir (Dr. Nurcan Yurdakul, a.g.tez, s. 66)
İngiliz Hükümeti’nin Bağdat valisine gönderdiği vaad mektupları, valinin karakterini de ortaya koymaktadır (Bkz. Lorimer J. Gordon, A Gazetteer of Persian Gulf, Oman and Central Arabia, s. 1622, Government Press, Calcutta-1908). 
Bağdadi’yi himaye eden Said Paşa’nın Paşa’nın Irak’taki İngiliz misyonunu ve bölgenin birliğini temin eden Kadirilere karşı olan pozisyonunu anlamak bakımından şu zehirleme icraatı da kayda değerdir: Bağdat’taki Abdulkâdir Gîlânî külliyesi postnişini İlâ-Ahir Nakîbü’l-Eşraf Seyyid Ramazan el-Kadirî, bizzat Süleyman Paşa tarafından zehirlenerek şehit edilmiştir (İmâd Abdusselâm Rauf, Tanzîmâtü’l-İctimâiyyesi, Hadarâtü’l-Irak içerisinde c.10, s. 134;  B. Abu-Manneh , Vali Necip Paşa ve Irak’taki Kadiriyye Tarikati, s. 185, (Çev: H. M. Yücer), Journal of History Culture and Art Research Vol, 1, No. 3, September 2012).
İşte Seyyid Berzenci’ye karşı cephe açıp Halid Bağdadî’ye sahip çıkan Said Paşa, bu Büyük Süleyman Paşa’nın oğludur. İskoç bir albayın evlilikdışı çocuğu olan dönemin İngiliz elçisi C. James Rich ile Sait Paşa arasında sıkı bir siyasi münasebet vardır (H. Allen, The Asiatic Journal and Monthly Register for British and Foreign India, China and Australia, “Mayıs – Ağustos 1835”, c. 17, London, 1835, s. 65).
Rich, aynı zamanda Said Paşa’nın isyanlar esnasındaki sığınma makamıdır (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hatt-ı Humayun, 20879 A).
Bağdadî’nin Berzenci’ye karşı işbirliği içinde olduğu ve Bağdadî’yi himayesi altına alan kişi işte bu Said Paşa’dır ki, buna nam-ı diğer Küçük İngiliz Sait Paşa demek lazımdır.
Tarih, günümüzün de boy aynasıdır.



 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol