Resûlullah (s.a.a), Hz. Ebuzer'in şahsiyeti ve büyüklüğü hakkında çeşitli sözler buyurmuştur. Ama doğru konuşması hakkında buyurduğu söz hepsinden daha açık ve güzeldir.
Resûlullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Göğün altında ve yerin üzerinde Ebuzer'den daha doğru konuşan bir kimse yoktur." (Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.4, s.228 ; Usdü'l-Gâbe, c.1, s.301; Ricâl-î Keşşî, s.28; ed-Derecârtü'r-Rafia, s.231).
Birisi İmam Ca'fer-i Sâdık'a (a.s) şöyle soru sordu: "Resûlullah (s.a.a), Ebuzer'i nasıl en doğru konuşan olarak tanıtabilir. Halbuki Ali (a.s) ve Hasaneyn yeryüzünün en doğru konuşanlarıydı."
İmam Ca'fer-i Sadık (a.s) buyurdular ki: "Yılın 12 ayının 4 tanesi muhterem ve aziz aydır. O aylarda savaşlar ve cihad haramdır. Bu dört ay Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Ramazan ayı bunlardan daha üstün ve saygın olmasına rağmen bu aylardan sayılmamıştır. Zira Ramazan ile o aylar, fazilet açısından kıyaslanamaz."
Daha sonra şöyle buyurdu: "Biz Ehl-i Beyt ile hiç kimse kıyas edilemez."
Hz. Ebuzer'in bu açıdan üstünlüğü diğer normal insanlara göredir. Masumlara göre değil. İmam Sâdık'ın (a.s) da buyurduğu gibi: "Hiç kimse Ehl-i Beyt'le kıyaslanamaz."
(ed-Derecâtü'r-Rafia, s.236; Kâmusu'r-Ricâl, c.2, s.454).
Resûlullah'ın (s.a.a), Ebuzer'in doğru konuşmasına şahâdet vermesine rağmen, halife Osman'ın ondan şahit istemesi gerçekten şaşılacak bir durumdur. Acaba Resûlullah'ın (s.a.a) o büyük sahabisinin doğrulukla meşhur olduğunu bütün müslümanlar biliyordu da, sadece halife mi bilmiyordu; yoksa onun işine gelmeyen birtakım sözler söylediği için mi şahit istiyordu!?
Hz. Ebuzer, çok açık konuşurdu. Hiçbir zaman hakkı gizlemezdi. O, korkusuz ve mücadeleci bir ruha sahip olmasına rağmen, Resûlullah'ın (s.a.a) sözleri onu daha fazla korkusuz ve mücadeleci kılıyordu. Resûlullah'tan (s.a.a) naklettiği yedi düstur şüphesiz onun ruhuna tesir etmiştir.
O, buyurdu ki: "Resûlullah (s.a.a), yedi şeyi bana tavsiye ettiler:
1- Fakirleri sevmemi ve onlardan ayrılmamamı,
2- Yaşantımda kendimden daha aşağı kimselere bakmamı,
3- Hiçbir zaman kimseden bir şey istemememi,
4- Yakınlarımdan kopmamamı ve bana kötülük de yapsalar onlara iyilik etmemi,
5- Her ne kadar acı da olsa hakkı söylememi,
6- Allah yolunda başkalarının kınamasından korkmamamı,
7- La havle ve la kuvvete illa billahi'l-aliyy-il azim zikrini çok söylememi." (Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.4, s.229; Hilyetü'l-Evliyâ, c.1, s.160).
Hz. Ebuzer, kendi dostlarına bile hakkı söylemekten ve onları eleştirmekten çekinmezdi. O, bazı Müslümanların gayri meşru yoldan ele geçirdikleri makam ve aşırı serveti gördüğünde susamazdı. Onlar, dostlukla yaklaşsalar dahi onlardan uzaklaşırdı.
Bir gün, Ebu Musa Eş'ari, Hz. Ebuzer'i görür görmez, "Aferin benim kardeşime" dedi. Ebuzer, onu kendisinden uzaklaştırdı ve şöyle dedi: "Ben, senin kardeşin değilim. Sen kaymakam ve vali olmadan önce senin kardeşin idim."
O, Ebu Hureyre'nin de gösterdiği aşırı ilgiye tepki gösterirdi. (Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.4, s.230).
Boğazımda kılıç da olsa hakkı söylerim
“Halife, senin fetva vermeni yasaklamamış mı?” diyen birisine Hz. Ebuzer buyurdu ki: “Allah’a and olsun ki, eğer kılıcı benim boğazıma dayasalar, ben Resûlullah’tan (s.a.a) duyduğum hadisi, boynum kesilmeden önce söyleyebilirsem, söylerim”

Hz. Ebuzer, hakkı ve haklı olanı çok açık bir şekilde söylemekten çekinmezdi. Osman'ın hilafeti döneminde birisi ona şöyle sordu: "Halifenin görevlileri vergiyi arttırmışlar; onların malından o miktarı çalmamız doğru mudur?"
Hz. Ebuzer, böyle bir yolu mertlik bilmediği için ona, "Bu yol doğru değildir. Çaresi malını korumak için kıyam edip, haddinden fazla vermemektir."
Halife yanlısı olan Kureyş gençlerinden birisi, bu durumu görünce kızarak dedi ki: "Halife, senin fetva vermeni yasaklamamış mı?"
Hz. Ebuzer'in kızdığı yüzünden belli oluyordu. Korkusuzca ona şu cevabı verdi: "Allah'a and olsun ki, eğer kılıcı benim boğazıma dayasalar, ben Resûlullah’tan (s.a.a) duyduğum hadisi, boynum kesilmeden önce söyleyebilirsem, söylerim." (Hilyetü’l-Evliyâ, c.1, s.160).
Şüphesiz böyle açık konuşmak bazılarını gocunduruyor, bazılarını da meşakkate düşürüyordu. Ama Ebuzer, onun bunun rızasını kazanmak için hakkı söylemekten çekinmezdi.
O, Rebeze'de sürgün olduğu günlerde, üzülerek açık ve doğru sözlerinin getirdiği kötü sonuçlara bakıp, şöyle diyordu: "Ben o kadar emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yaptım ki hakkı savunmam arkadaşlarımı benim başımdan dağıttı; şimdi ise yalnız kalmışım." (Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.4, s.236).
Ebu Bekir ve Ömer'in hilafeti döneminde az da olsa Resûlullah’ın (s.a.a) sünneti uygulanıyor ve mal dağılımında kısmi adalet sağlanıyordu. Osman halifeliğe geldiğinde, toplumsal adaleti çiğneyerek halkın malını kendi keyfine göre istediğine bağışlıyordu.
İslam mücahitleri cephelerde şehitler vererek düşmanları yenip, ganimetler alıyorlar ve Osman'ın başında bulunduğu İslam devletinin merkezine gönderiyorlardı. Halife de bunları kayıtsız şartsız kendi akrabalarına ve yakınlarına dağıtıyordu. Takvalı, ilimli, faziletli şahıslar ise çeşitli bahanelerle bu ganimetlerden mahrum bırakılıyordu. Halifenin İslam dışı yaptığı bu haksızlıklar o kadar arttı ki büyük sahabiler dahi onu kınadılar. Bu durum tarihin siyah sayfaları arasında kayda geçti. Şimdiye kadar tarihçilerin hiçbirisi onu savunmamış ve bugünkü tarihçilerin de hepsi, onun yaptıklarının Resûlullah’ın (s.a.a) sünnetine uygun olmadığını açıkça belirtmişlerdir.
Osman'ın yaptığı hilaflardan birisi de Beytu’l-malın büyük bir kısmını, amcası Hakem bin Ebil As'a ve onun oğlu, kendisinin damadı olan Mervan'a bağışlamasıdır.
Eğer bu şahıslar salih kimseler olsalardı halifenin işi normal sayılabilirdi belki. Ancak bu baba ve oğulun İslam tarihinde çok kötü geçmişleri vardır. Onların Resulullah'a (s.a.a) açıkça düşmanlık ettikleri herkesçe mal‘O yalnız yaşar, yalnız ölür’
Abdullah b. Mes’ud, yerdeki cansız bedeni görünce şaşırıp kaldı; bu dostu ve İslam’daki kardeşi Ebuzer’di. Gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. Resûlullah’ın Tebûk seferinde onun hakkında buyurduğu sözü hatırladı ve şöyle dedi: “Allah Resûlü doğru söylemiştir; sen yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız dirilirsin mezarından!”
Allah Resûlü'nün Tebûk gazvesinde Hz. Ebuzer hakkında söylediği “O yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız haşrolur” sözü 23 üç yıl sonra gerçekleşti. Tek suçu hak ve hakikati söylemek ve adalete davet etmek olan Ebuzer, bu suçundan(!) dolayı sürgünde bulunduğu Rebeze çölünde, günden güne bedenî gücünü kaybederek yatağa düştü. O, artık ömrünün son saatlerini geçiriyordu. Vefalı eşi bir taraftan onun nurlu ama çilekeş simasına bakarak ağlıyor; bir taraftan da kocasının alnından akan ter damlalarını siliyordu. Ebuzer sordu: "Neden ağlıyorsun?" “Sen ölürsen, seni kefenleyecek bir elbise bile yoktur yanımda” diye cevap verdi. Hz. Ebuzer şöyle buyurdu: “Sakin ol; ağlama. Ben bir gün bir grup sahabiyle birlikte Allah Resûlü'nün (s.a.a) huzurundaydım. Resûlullah yüzünü bize çevirerek şöyle buyurdu: ‘Sizden birisi, bir çölün düzünde, insanlardan uzak bir şekilde ölecek ve bir grup mü'min (gelerek) onu defnedeceklerdir.’ O gün o toplantıda bulunanların hepsi, insanların bulunduğu ve yaşadığı yerlerde dünyadan göçmüşlerdir. Onlardan henüz yaşayan bir tek ben kalmışım; bu yüzden Allah Resûlü'nün haber verdiği kimse, hiç şüphesiz benim. Ben öldükten sonra, Irak hacılarının yolu üzerinde otur; çok geçmeden mü'minlerden bir grup gelecektir; benim ölümümü onlara haber verirsin.” Eşi, "Artık kervanların geçme zamanı sona ermiştir" deyince, şu cevabı verdi Ebuzer: "Sen yolu gözetle; Allah'a and olsun ki ne ben yalan söylüyorum, ne de bana haber veren kimse yalan söylemiştir." İşte bu Hz. Ebuzer'in son cümlesiydi; bunu söyledikten sonra, aziz ruhu melekût âlemine göçüp gitti. (Usdü’l-Gâbe, c.1, s.302; Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.4.s.233; Hilyetü’l-Evliyâ, c.1, s.302).
Hz. Ebuzer'in söylediği gibi, çok geçmeden, Abdullah bin Mes'ud, Hucr bin Adiyy ve Mâlik-i Eşter gibi büyük şahsiyetlerin de içinde bulunduğu bir kafile uzaktan belirdi. Onlar yaklaştıklarında, ilginç bir manzarayla karşılaştılar. Abdullah dikkatle baktığında, cansız bir bedenin yerde yattığını ve yanında da yalnız bir kadın ve çocuğun ağladığını gördü. Abdullah binitinin yularını onlara doğru çevirdi; kafile de onu takip etmeye başladı. Abdullah yakından cansız bedeni görünce şaşırıp kaldı; bu dostu ve İslam'daki kardeşi Ebuzer'di. Gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. O pak bedenin başucunda durdu. Aniden Resûlullah’ın Tebûk seferinde onun hakkında buyurduğu sözü hatırladı ve şöyle dedi: "Evet, Allah Resûlü doğru söylemiştir; sen yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız dirilirsin mezarından!"
Daha sonra Abdullah, onun mutahhar bedenine namaz kıldı ve beraberce defnettiler Ebuzer'i. Defin işlemlerinin ardından, Mâlik-i Eşter onun mezarının başında durup şöyle dedi: "Allah'ım, bu, Resûlullah’ın dostu, arkadaşı Ebuzer'dir. O ömür boyu Sana ibadet etti. Senin yolunda müşriklerle cihad etti ve hak yolunu takip etmede asla şaşmadı. Ancak dili ve kalbiyle fesat ve münkerle mücadele ettiği için, zulme, haksızlığa, mahrumiyet ve tahkire uğradı. Sürgün edildi ve bilahare gurbet ve yalnızlık diyarında can verdi!"
(ed-Derecâtü’r-Rafia, s.252).
Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi ona ve hak ve hakikat yolunun bütün sâdık yolcularına olsupn. Amin!