Hz. Ebuzer, Müslüman olduğunda Resûlullah (s.a.a), halkı gizli olarak İslam’a davet ediyordu. Henüz açık davet ortamı oluşmamıştı. O gün Resûlullah (s.a.a) ile beraber Müslümanların sayısı beş kişiydi. Bu duruma göre Hz. Ebuzer, gizlice iman edip, kimse bilmeden Mekke’yi terk etmeliydi. Ama o, çok mücadeleci ve ateşliydi. Sanki bâtılı ortadan kaldırmak ve insanları doğu yola davet etmek için yaratılmıştı.
Arapların, birtakım ağaçlardan yaptıkları putlara tapmalarından daha büyük yanlışlık ve bâtıl bir şey olamazdı. İşte Hz. Ebuzer buna dayanamayıp, bir süre Mekke’de kaldıktan sonra Resûlullah’ın (s.a.a) huzuruna vararak vazifesinin ne olduğunu sordu. Resûlullah (s.a.a) buyurdular ki: “Sen kendi kavminin arasında İslam’ı tebliğ edebilirsin. Şimdi kendi kabilene dön ve benim emirlerimi bekle.”
Hz. Ebuzer dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki kavmime dönmeden önce bu halka, İslam’ın sesini duyuracağım ve böylece bu yasağı çiğneyeceğim.”
Bu karar üzerine Kureyş, Mescidü’l–Haram’da konuşmakla meşgulken mescide girerek yüksek sesle, “Eşhedu en la İlahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluh” diye bağırdı. Rivayetlere göre bu ses, açıkça Kureyş’i savaşa çağıran ilk sesti. Bu ses, arkası olmayan ve Mekke’de akrabası bulunmayan yabancı ve meçhul bir insanın sesiydi.
Resûlullah’ın (s.a.a) tahmin ettiği şey gerçekleşmişti. Bu sesi duyan Kureyş, ona doğru hücum ederek, acımasızca onu dövdüler.
Bu haber Resûlullah’ın (s.a.a) amcası Abbas’a ulaştı. Hz. Abbas, Mescidu’l–Haram’a gelerek kendisini Ebuzer’in üzerine attı. Onu müşriklerin şerrinden kurtarmak için şöyle dedi: “Sizin hepiniz tüccarsınız ve ticaret kervanlarınız Gifar kabilesinin yakınından geçiyor. Yarın Kureyş’in ticareti tehlikeye düşüp hiçbir ticaret kervanı oradan sağlam geçemeyecektir.”
Abbas’ın bu sözleri Kureyş’e tesir etti ve onu böylece serbest bıraktılar. Ama Hz. Ebuzer çok ateşli, fevkalade cesur ve mücadeleci olduğundan ertesi gün yine aynı yere gelerek, daha önce söylediği sözünü tekrarladı. Yine Kureyşliler başına üşüşerek, onu şiddetli bir şekilde dövdüler. Hz. Abbas önceki günkü söylediklerini tekrarlayarak Ebuzer’in canını kurtardı. (Hilyetü’l–Evliyâ, c.1, s.158–159; Tabakât–ı İbn–i Sa’d, c.4, s.225; el–İstiâb, c.4, s.63; el–İsâbe, c.4, s.64; ed–Derecâtü’r–Rafia, s.228).
Birkaç gün sonra Kâbe’yi tavaf ederken bir kadının, Kâbe’nin yanına konulan Asaf ve Naile adlı iki puta hitap ederek dertlendiğini gördü ve çok üzüldü. Kadına, onların faydasız olduğunu bildirmek için şöyle dedi: “Bu ikisini birbiriyle evlendirsene!”
Kadın, Ebuzer’in söylediğine kızarak şöyle bağırdı: “Sen Müslüman olmuşsun.” Kadının bağırmasıyla Kureyş’in gençleri Ebuzer’in başına toplanıp onu dövmeye başladılar. Ama Ben–i Bekr kabilesinden bir grup ona yardımcı olarak, onların pençesinden kurtardılar. (Tabakât–ı İbn–i Sa’d, c.4, s.223).
Resulullah (s.a.a), yeni gelen öğrencisinin mücadeleci ve kıyamcı ruhunu çok iyi biliyordu. Ama henüz bunun zamanı olmadığı için, onu kavminin yanına yollayarak, onları İslam’a davet etmesini emretti.
Hz. Ebuzer, kendi kabilesine dönerek Allah (c.c.) tarafından peygamber geldiğini ve inanılacak olan Allah’ın bir olduğunu söylüyor ve onları iyi ahlaklı olmaya, kötülüklerden korunmaya davet ediyordu. Önce Ebuzer’in kardeşi ve annesi Müslüman oldu. Daha sonra da kabilesinin yarısı Müslüman oldu. Resûlullah’ın (s.a.a) Medine’ye hicretinden sonra da geri kalan yarısı Müslüman oldu. Eslem kabilesi de onlara bakarak Müslüman oldu ve Resûlullah’ı (s.a.a) ziyaret ettiler.
Ebuzer, Bedir ve Uhud savaşından sonra Medine’ye dönüp Resûlullah’a (s.a.a) katılarak oradaolur
Onun korkuttuğu azaba duçar olursunuz’
Halife Osman, Hz. Ebuzer’i cezalandırmak istiyordu. Bu sırada mecliste olan Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Benim bu konudaki görüşüm Âl–i Fır’avn içerisinde bulunan Mü’min’in görüşüdür. O, Hz. Musa hakkında Fır’avn ve adamlarına şöyle dedi: Eğer doğru söylüyorsa kabul edin, yalan söylüyorsa kendisinindir. Yoksa onun korkuttuğu azaba duçar olursunuz!”
‘Onun korkuttuğu azaba duçar olursunuz
Şam–Medine seferi, Hz. Ebuzer’in beden gücünü elinden almış ve incitmişti. Ama ne Medine–Şam, ne de Şam–Medine seferleri onun ruhunu hiç bir şekilde etkileyememişti. Yine, adaletsizlik ve Beytü’l–malı dağıtanlara karşı mücadelesinde en küçük taviz bile vermiyordu.
Ebuzer’in Medine’ye geldiği ilk günlerde, Osman’ın toplantısında hazır bulunduğu bir sırada Abdurrahman b. Avf’ın malını, paylaştırmak amacıyla halifenin yanına getirmişlerdi. Ondan o kadar servet kalmıştı ki altın ve gümüş keselerini Osman’ın önüne yığdıklarında, Osman karşısındakini göremiyordu.
Osman, Abdurrahman’ın ölümüne üzülerek şöyle dedi: “Onun için ümitliyim. Çünkü misafirperver ve fakir fukaraya yardım eden birisiydi.”
Kâ’bu’l–Ahbar devamlı olarak halifenin sözlerini, kayıtsız şartsız tasdik ediyordu. Bu defa yine halifenin sözlerini tasdik etti.
Bu sahne Ebuzer’i üzdü. Son derece yorgun ve bitkin olmasına rağmen, ayağa kalkıp asasını aldı ve Kâ’b’ın başına vurarak şöyle dedi: “Yahudi tohumu! Bu kadar mal bırakan birinin hakkında ümitli olduğunu ve Allah ona her iki dünyanın saadetini verdi diyorsun ha! Ben Resûlullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: Ölümümde bir kırat dahi mal kalmasını istemem.”
Osman, Hz. Ebuzer’i korkutmak için şöyle dedi: “Sen neden halkı, benim aleyhime kışkırtarak asayişi bozuyorsun?”
Hz. Ebuzer, “Ben, seni ve arkadaşını (Muaviye’yi) bilgilendirdim. Ama benim nasihatlarıma uyacağınıza hile ile geldiniz” dedi.
“Yalan söylüyorsun; sen asayişi bozuyorsun. Şam halkını bana karşı kışkırtıyorsun.” (Resûlullah’ın, ‘Gökyüzü altında ve yeryüzü üzerinde Ebuzer’den daha doğru konuşan birisi yoktur’ sözüne mazhar olmuş Ebuzer’e halifenin söylediğine bakın!)
O anda Hz. Ebuzer, art niyetli olmadığını, kendi şahsiyetini ve hakikat peşinde olduğunu belirten tarihi bir söz söyledi: “Ebu Bekir ve Ömer’in yolundan git de sana itiraz etmesinler. Yani ben maceracı değilim. Eğer böyle olsaydım onların hilafeti döneminde de onlarla muhalefet ederdim. Çünkü sizin üçünüzün de halifeliği aynı şekildedir. Ama sen, hak ve adalet sınırını aşmışsın. Onun için ben, seninle mücadele etmeyi kendime vazife bildim. Eğer sen, önceki iki halife gibi yapsan seninle de muhalefet etmem.”
Osman, Ebuzer’in mantıklı sözü karşısında mat olduğu için şöyle dedi: “Senin bunlarla ne işin var?!”
Ebuzer, şöyle cevap verdi: “Ben, Emr–i bi’l–ma’ruf ve nehy–i ani’l–münker yapmakla görevliyim.”
Osman, Ebuzer’in karşısında bir şey yapamıyordu. Mecliste hazır bulunanlara dönüp şöyle dedi: “Size göre ben bu adama ne yapmalıyım? Acaba ona kırbaç mı vurdurayım, hapse mi tıkayayım, öldüreyim mi, yoksa İslam devletinden sürgün mü edeyim? Çünkü o, Müslümanların arasına ihtilaf sokuyor!”
Bu sırada mecliste hazır bulunanlardan Ali (a.s), yumuşaklıkla ve mantıkla söze girerek şöyle buyurdular: “Benim bu konudaki görüşüm Âl–i Fır’avn içerisinde bulunan Mü’min’in görüşüdür. (Kur’an’da da nakledildiği üzere). O Hz. Musa hakkında Fır’avn ve adamlarına şöyle dedi: “Eğer doğru söylüyorsa kabul edin, yalan söylüyorsa kendisinindir. Yoksa onun korkuttuğu azaba duçar olursunuz!” (Mü’min, 28).”
Emirü’l–Mü’minin (a.s), bu ilahi mantıkla mecliste hazır bulunanları etkiledi ve bir defa daha Hz. Ebuzer’i, Osman’ın hilesinden alıkoydu.
Osman, Hz. Ali’nin (a.s) sözlerine kızdı ve ikisi arasında tartışma oldu. Ama sonunda o toplantıdan kendi faydasına bir netice alamadı. Sadece Ebuzer’le konuşmayı herkese yasakladı.
‘Allah için halifeyle muhalefet ettin’
Osman tarafından Rebeze’ye sürülen Hz. Ebuzer’i uğurlayan Hz. Ali (a.s.) buyurdu ki: “Ey Ebuzer! Sen, Allah için halifeyle muhalefet ettin. Bu yüzden Allah’ın lutfunu ummalısın. Onlar, dünyaları için senden korktular; sen ise dinin için onlardan korkuyordun. Onların dünyalarını onlara bırak ve dinini onların tehlikesinden kurtar. Onlar senin kaçındığın dünyaya ne kadar da muhtaçtırlar”
‘Allah için halifeyle muhalefet ettin'
Halife Osman, ona ve yönetimine karşı muhalefet gittikçe sertleştiren Hz. Ebuzer'i çağırıp, yumuşatmaya çalıştı. Ama ümidi suya düştü. Zira Hz. Ebuzer, onu görür görmez şöyle dedi: “Sen haşin bir şekilde davranıyor, işkence ediyorsun.”
Bu sözler Ebuzer'in, davasından vazgeçmeyeceğini ifade ediyordu. Osman'ı her türlü anlaşmadan ümitsiz bıraktı ve onu, Ebuzer'i sürgün etme kararında sabit kıldı. Onun için çekinmeden şöyle dedi:
“Medine'den çıkmalısın.” “Ben de senden bıkmışım ve seninle bir şehirde kalmak istemiyorum. Ama nereye gideyim?” “Nereye istersen gidebilirsin.” “Şam'a döneyim; zira orası Allah'ın düşmanlarıyla cihad yeridir.” “Ben seni Şam'dan döndürdüm ki orayı ifsat etmeyesin diye. Bir daha nasıl seni oraya göndereyim?” “Irak'a gideyim mi?” “Hayır, Irak'a gidecek olursan bir toplumun içine gitmiş olursun ki onlar halifeliği kabul etmiyorlar.” “Mısır'a gideyim mi?” “Hayır.” “Peki nereye gideyim?” “Sahraya gitmelisin ki halk ile ilişkin kesilsin.” “Sahradan, İslam merkezine hicret ettikten sonra yine sahraya mı döneyim?” “Evet!” “Peki, Necd sahrasına gidiyorum.” “Hayır, Medine'nin uzak doğusuna, Rebeze sahrasına gideceksin ve oradan bir tarafa ayrılmayacaksın!” (ed-Derecatü’r-Rafia, s.245; Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbn-i Ebil Hadid, c.8, s.260).
Ebuzer, Rebeze'nin ismini duyunca dedi ki: “Allahuekber! Resûlullah (s.a.a), doğru haber vermiştir. Resulullah (s.a.a), önceden başıma gelecek her şeyden haber vermişti.” “Ne haber vermişti?” “Beni, Mekke ve Medine'de bırakmayacaklarını ve sonunda Rebeze'de öleceğim haberini vermişti.” (Murucü’z-Zeheb, c.2, s.350).
Resûlullah'ın (s.a.a) yarenlerinden olan, doğruluğuyla övülen Hz. Ebuzer’e yapılan bu muamele reva mıdır? Necd sahrasında kalmasına bile izin verilmemiştir. Öte yandan, Müslümanların Beytü’l-malını tarumar eden dünyaperestler halifenin göz bebeğidir, hürmet ve hizmete layık görülmüştür. Her şartta doğruyu söyleyen, fesat ve adaletsizliğe karşı mücadele eden Hz. Ebuzer’e maalesef sürgün layık görülmüştür.
Hz. Ebuzer'in sürgün hükmü kesinleşti ve halife, Ebuzer'i Rebeze'ye kadar götürmesi için bir muhafız görevlendirdi.
Osman, halkın ayaklanmasını önlemek için, Ebuzer'le konuşmayı ve onu uğurlamayı yasakladı. Halk, halifenin korkusundan onu uğurlamaya cesaret edemediler. Ama Haşimiler ve Ebuzer'in sadık dostları Ali (a.s), Hasaneyn (a.s), Ammar, Akil, halifenin yasağını çiğneyip, Ebuzer'i uğurlamaya geldiler.
Bu sırada Hasan bin Ali (a.s), Ebuzer ile konuşmaya başladı. Halifenin emrini icra etmekle görevlendirilen halifenin müşaviri ve damadı Mervan, uğurlamaya gelenleri engellemek için Hasan bin Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Ey Hasan! Bitir artık, halifenin bu adamla konuşmayı yasakladığını bilmiyor musun?"
Emirü’l-Mü'minin Ali (a.s), Mervan'ın bu küstahlığına kızarak, onu itti ve atını kamçılayarak şöyle buyurdu: “Çekil bakalım Allah'ın cehennemliği!” Daha sonra Ebuzer'e dönerek şöyle buyurdu: “Ey Ebuzer! Sen, Allah için halifeyle muhalefet ettin. Bu yüzden Allah’ın lutfunu ummalısın. Onlar, dünyaları için senden korktular; sen ise dinin için onlardan korkuyordun. Onların dünyalarını onlara bırak ve dinini onların tehlikesinden kurtar. Onlar senin kaçındığın dünyaya ne kadar da muhtaçtırlar. Halbuki sana yasak ettikleri şeylere senin hiç de ihtiyacın yoktur. Kıyamet günü kimin kârlı, kimin zararlı olduğu belli olacak. Eğer yerler ve gökler bir kulun üzerine kapansa, o kul takva yolunu seçerse Allah, onu kurtuluşa erdirir ve kapalı kapıları onun yüzüne açar. Yalnız hakka sığın ve bâtıldan kork. Eğer, onların dünyalarıyla işin olmasaydı, seni severlerdi; dünya malından kendine bir pay ayırsaydın, senden emin olurlar, endişeleri olmazdı.”
Hicret’in 9. yılının Recep ayıydı. Resûlullah (s.a.a) Müslümanlara, İslam sınırlarına tecavüz eden ve İslam’ı yok etmek isteyen Rumlarla savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Müslümanlardan bazıları çeşitli bahanelerle savaşa katılmaktan çekindiler. Resûlullah (s.a.a) ve Hz. Ebuzer Medine’den hareket ettiler. İslam ordusu ilerledikçe, sıkıntılar da artıyordu. Birisi ordudan geri kaldığında Müslümanlar Resûlullah’a bunu haber veriyor, Allah Resulü de şöyle buyuruyordu: “Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır.”
Onun yalnızlığı ne mübarektir!
Bir sefer esnasında çöl şartları gereği İslam ordusundan geri kalan, sonra bulduğu suyu Resûlullah’a yetiştirmek için fedakârca yol alan Hz. Ebuzer’i gören Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Allah-u Teâlâ Ebuzer’i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır”
20 Mart 2016 Pazar 15:53
Bu haber 162 kez okundu.

Hicret’in 9. yılının Recep ayıydı. Resûlullah (s.a.a) Müslümanlara, İslam sınırlarına tecavüz eden ve İslam’ı yok etmek isteyen Rumlarla savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Müslümanlardan bazıları çeşitli bahanelerle savaşa katılmaktan çekindiler. Resûlullah (s.a.a) ve Hz. Ebuzer Medine’den hareket ettiler. İslam ordusu ilerledikçe, sıkıntılar da artıyordu. Birisi ordudan geri kaldığında Müslümanlar Resûlullah’a bunu haber veriyor, Allah Resulü de şöyle buyuruyordu: “Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır.”
Bir ara ordunun arkasından bakanlar Hz. Ebuzer’i de görmediler ve şöyle söylenmeye başladılar: “Ebuzer-i Gıfâri de geri kaldı. Galiba geri dönmek niyetinde.” Resûlullah’a gelerek durumu haber verince Allah Resulü sözünü tekrarladı: “Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır.”
Ebuzer’in zayıf ve yaşlı devesi, güçlükle yürüyebiliyordu. O başkalarından geri kalmamak istiyordu ama bu mümkün olmuyordu. Ve bilahare deve artık tamamıyla durmuş, hareket edemiyordu. Ebuzer her ne pahasına olursa olsun deveyi yerinden kaldırmaya ve yürütmeğe çalıştıysa da buna muvaffak olamadı. Çabalarının faydasız olduğunu görünce, mecburen deveden indi ve yükünü omuzlarına alarak yola düştü. Ordu epeyce uzaklaşmıştı. Ebuzer hızlı adımlarla ilerlemeğe çalışıyordu ama başaramıyordu; yorgundu; susuzluk ve sıcaktan bitkin düşmüştü. Omuzundaki ağır yükü de bir başka problemdi. Zaman geçtikçe Ebuzer ile ordu arasındaki mesafe de açılıyordu. Bir süre sonra ordu artık görünmez oldu. Çevresine bakındı; epey ötede bir dağ ve dağın üzerinde birkaç parça siyah bulut vardı. Ebuzer dağa ulaşıp bulutların gölgesinde biraz dinlenmek için ve belki orada biraz su da bulma ümidiyle oraya doğru hareket etti. Dağa vardığında yerin yaş olduğunu gördü. Biraz önce yağmur yağmıştı. Biraz su bulabilmek için gezinmeye başladı; ancak görünürlerde su diye bir şey yoktu. Tan umudunu kesmek üzereydi ki, büyük bir taşın üzerindeki çukurlukta, yağmur suyunun biriktiğini gördü. Su çok temiz ve berraktı.
Ebuzer yere diz çöktü ve bir avuç su içti. Her iki avucuyla bir daha içmek istedi fakat bir anda Resûlullah’ı (s.a.a) ve İslam ordusunu düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı: “Otuz bin Müslüman benim gibi susuzdur. Resûlullah da kesin susuzdur ve içmeye su bulamıyordur. Hayır, ben bu suyu içmeyeceğim ve Peygamber’e götüreceğim. O içmediği müddetçe ben de bu sudan içmeyeceğim.”
Ebuzer vakit kaybetmeksizin yanındaki su kabını doldurarak yola koyuldu. Güneş batmak üzereydi. Ebuzer, artık orduya ulaşamıyacağını sandığı bir sırada, uzakta bir karartı gözüktü gözüne. Adımlarını sıklaştırdı; epeyce ilerledikten sonra o karartının İslam ordusu olduğunu fark etti. Ordudan da bazıları uzaktan bir karartının kendilerine doğru ilerlediğini fark etmişti. Bunu görenlerden biri Resûlullah’ın yanına koşarak, “Ya Resûlallah, orduya doğru bir karartı gelmektedir; yaya birisi olsa gerek” dedi.
Allah Resulü (s.a.a) karartıya biraz baktıktan sonra, “Bu gelen Ebuzer olsa, ne iyi olur!” buyurdu.
Biraz sonra Resûlullah’ın yanındaki birisi sevinçle haykırdı: “Allah’a and olsun ki tâ kendisidir; Ebuzer’dir bu!”
Resul-i Ekrem (s.a.a) gelenin Ebuzer olduğunu görünce şöyle buyurdu: “Allah-u Teâlâ Ebuzer’i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır!”
Ebuzer Resûlullah’ı görünce bütün yorgunluk ve susuzluğunu unutmuştu; koşar adımlarla ilerlemeye başladı; Allah Resulü’ne ulaştığı sırada susuzluk ve bitkinlikten bayılıp yere yığıldı. Resul-i Ekrem (s.a.a) onun üzerindeki yükü açarak bir kenara bıraktı. Ebuzer’in susuzluktan dudaklarının çatladığını görünce, etrafındakilerden su getirmelerini istedi.
Ebuzer güçlükle gözlerini açarak, çok ince ve zayıf bir sesle “Kendi su kabımda su var ya Resûlallah” dedi!
Resûlullah hayretle sordu: “Peki suyun vardı da neden içmedin?”
Ebuzer güçlükle konuşmaya başladı: “Anam babam sana feda olsun; yolda gelirken biraz su buldum. Sizin de susuz olabileceğinizi düşünerek, onu içmeyip size getirdim. Siz içtikten sonra ben de içerim diye düşündüm!”