Yüce Allah (c.c.)
Bizlere Ehl–i Beyt’i nimet olarak göndermiş; onlara sarılmamızı farz kılmıştır.
“Sonra and olsun ki, o gün her nimetten sorgulanacaksınız!” (Tekasur/8).
Peygamber Efendimiz (s.a.a.) bize bu konuda şu ikazlarda bulunuyor:
“Ey insanlar, kim Ali’ye muhabbet beslerse, ben de ona muhabbet beslerim ve kim Ali’ye buğzederse, ben de ona buğzederim.
Kim Ali’yle ilişkide olursa, ben de onunla ilişki kurarım ve kim Ali’yle ilişkisini keserse, ben de onunla ilişkimi keserim.
Kim Ali’ye cefa ederse, ben de ona cefa ederim.
Kim Ali’yi severse, ben de onu severim ve kim Ali’ye düşmanlık beslerse, ben de ona düşman kesilirim…”
“Allah’a kavuştuğunda, O’nun senden razı olmasını istiyorsan, Ali’nin yolunu izle ve o, hangi yöne giderse, sen de o tarafa yönel ve onu kendine imam olarak kabul et; ona düşmanlık yapana düşman ol ve onu seveni sev; onun hakkında şüpheye düşme; zira Ali’de şüphe etmek, küfürdür.”
Ebû Eyyub Ensârî’den nakledilmiştir; Resûlullah’ın (s.a.a) Ammâr b. Yâsir’e hitaben şöyle buyurduğunu duydum:
“(Ey Ammâr) seni azgın çete öldürecektir. Sen hakla ve hak da seninle beraberdir. Ey Ammâr eğer Ali’nin tek başına bir vadide, diğer bütün insanların ise başka bir vadide yürüdüğünü görürsen, sen Ali’yle birlikte hareket et ve insanları bırak; o hiçbir zaman seni helake sürüklemez ve hidâyet yolundan çıkarmaz.”
Muhterem üstadım Prof. Dr. Haydar Baş’ın ifade ettiği gibi, “Ehl–i Beyt her mü’min için turnusol kağıdı olmalıdır.”
Peki, Cumhuriyetin kurucusu, Türk milletinin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün Ehl–i Beyt ve İmam Ali ile ilişkisi nedir?
Ehl–i Beyt’e düşman, bu gerekçeyle Peygamber’e düşman ve bu gerekçeyle de Allah’a düşman olan Muaviye hakkındaki sözleri nelerdir?
Atatürk’e göre, İslam tarihinde Muaviye’nin iktidarıyla birlikte halifelik “tamamen siyasal güç” haline gelmiştir.
Bu konudaki şu sözleri dikkat çekmektedir:
“Nihayet hilelerinde başarılı olan Muaviye, saf ve temiz olan İmam Ali’yi mağlup ve çoluk çocuğunu mahv u perişan eyledi ve bu surette hilafet unvanı altındaki İslam emirliğini yine hilafet unvanı altında İslam saltanatına dönüştürdü.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.287–289).
Hz. Ali ile Muaviye arasında yapılan Hakem antlaşmasına Muaviye’nin itiraz ettiğini ifade eden Atatürk, Muaviye’nin hakemden, antlaşmada kullanılan “Emirü’l–Müminin” tabirinin kaldırılmasını istediğini; Hz. Ali’nin yalnız emrinde bulunanların emiri olabileceğini, bunun için kesinlikle Şam ahalisinin emiri olmadığını ileri sürdüğünü belirtmiştir. (a.g.e. s. 287–289).
“Görevi İslam dünyasında Kur’an hükümlerinin uygulanmasını sağlamaktan ibaret olan Hz. Ali, mızraklarına Kur’an sayfaları geçirilmiş Muaviye ordusunun karşısında muharebeyi kesmeye mecbur oldu. Zorunlu olarak taraflar hakemlerin vereceği karara uymaya söz verdi.” (a.g.e. s. 287–289).
Anlaşılmaktadır ki Mustafa Kemal, Allah’ın düşmanı Muaviye’ye kesinlikle saygı duymamıştır. Kendilerini Müslüman, Atatürk’ü dinsiz tanımlayanlar gibi Allah düşmanını göklere çıkarmamıştır.
Zaten Peygamber (s.a.a.)’in ve İmam Ali (a.s.)’ın torunu Mustafa Kemal’den de bu beklenirdi.
Vesselam…
İmam Azam Ebu Hanife Ehlibeyt Aşığı idi
Muaviye gibi mi Ehl-i Sünnet olmak? Eğer buradaki “Sünnet” ifadesi Hz. Peygamberin Sünneti’ni kastediyorsa, Peygamberin Hz. Ali hakkındaki beyanlarına rağmen Muaviye nasıl Sünnet ehli olabilir?
Süveyd b. Gafele, Resulüllah’tan şöyle duyduğunu nakletmiştir: “Ya Ali! Seni mü’minden başkası sevmez ve Sana münafıktan başkası buğzetmez.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.144; Sahih-i Tirmizi, c.13, s.177; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.3, s.207; Kenzu’l-Ummal, c.11, s.598)
Hz. Peygamberin Hz. Ali hakkındaki ifadesi bu olmasına rağmen, bırakın buğzetmeyi, O’na kılıç çeken Muaviye’nin Sünnet ehli olduğu nasıl iddia edilebilir?
Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin faiz hakkındaki hükmü net olmasına rağmen, Muaviye, faiz yemekten kaçınmamıştır ve bu konuda, “Ben bir sakınca görmüyorum” demiştir. (Nesai, Sünen, c.7, s.279)
Yezit gibi mi Ehl-i Sünnet olmak?
Hz. Peygamber (s.a.a.) bir gün Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin (a.s.)’ın ellerinden tuttu ve şöyle dedi: “Bir kimse Beni severse ve şu ikisini (Hasan ve Hüseyin) bir de bunların anasını (Hz. Fatıma) ve babasını (İmam Ali) severse, kıyamet gününde dereceleri Benimle olur.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin, s.119; Tirmizi, Sünen, Menakıb, 31; İbn Sa’d, Tabakat, c.3, s.19-20)
İmam Hüseyin’i sevmek Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre böyle yüce bir makamdır. Peki ya buğzetmek?
Resulüllah (s.a.a.) buyurdu ki: “Hasan ve Hüseyin’i seven Beni sevmiştir. Onlara buğzeden de Bana buğzetmiştir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin, s.117; Muttakiyy-i Hindi, Muntehabu’l-Kenz, s.106) Resulüllah’a buğzeden birisi, O’nun sünnetinin ehli nasıl olabilir?
Ahmed Sirhindi gibi mi Ehl-i Sünnet olmak?
İmam rabbani lakablı Ahmed Sirhindi, Hz. Fatıma’nın (a.s.) Fedek hurmalığı konusundaki çıkışlarını “dini bir gazaplanma değil, kadınlığın da verdiği hislerle maddi bir gazaplanma” şeklinde değerlendirmiştir. (Rabbani, Risale-i Redd-i Revafız, s.60-61)
Halbuki Cenab-ı Hak Kur’an’da, “Tathir Ayeti” olarak bilinen Ahzab Suresi 33. ayette “Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyurmaktadır.
40’ı aşkın en temel Ehl-i Sünnet kaynağında geçen “Kesa” ya da “Al-i Aba” hadisine göre bu Ehl-i Beyt’in 5 kişi olduğu ve bunlardan birinin de Hz. Fatıma olduğu belirtilmiştir.
Tertemiz olduğunu bizzat Cenab-ı Hakk’ın beyan buyurduğu Cennet kadınlarının efendisi olan Hz. Fatıma’ya böyle bir iftira atan şahıs sizce Hz. Peygamber’in sünnetinin ehli olabilir mi?
Cenab-ı Hak Nisa Suresi 93. ayette “Kim bir mü’mini kasten öldürürse onun cezası içinde ebedi kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır” buyurmuştur. Hz. Peygamber de “Bir adam, bir Müslüman’ın ölümüne tek kelimeyle yardım etse, kıyamette alnına şöyle yazılır: Bu adamın Allah’ın rahmetinden nasibi yoktur” (İbn Mace, Diyat, 1) ikazında bulunmuştur.
Bu beyanlara rağmen Türkiye’de Ehl-i Sünnet kimliğiyle ekran ekran dolaşan bir takım cübbelilerin kıble ehli olan, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in O’nun resulü olduğuna iman eden Şii dünyasını tekfir etmesi, onlarla savaşa davet etmesi hangi sünnetle izahı yapılabilir? Onlar “sünnet” derken, İngilizlerin sünnetini mi, hatta İsrail’in sünnetini mi kastediyorlar?
Şu bir gerçek ki Allah’a ulaşmada ve Peygamberin sünnetini yaşamada tek bir yol vardır; o da Ehl-i Beyt yoludur. 222 Ehl-i Sünnet kaynağında belirtilen Gadir-i Hum hutbesiyle Hz. Peygamber İmam Ali’nin ve O’nun evlatlarının velayetini, imametini, hilafetini ilan etmiştir. İlmin kapısı İmam Ali’ye ulaşmayan hiçbir yol Hz. Peygamberin ilim şehrine ulaşamaz. Sünnet Ehl-i Beyt’in yaşantısıdır, Ehl-i Beyt canlı Kur’andır. Peygamber Efendimiz, “Ali Kur’an’la, Kur’an da Ali iledir. Bu ikisi Kevser’in yanında Bana varıncaya kadar birbirinden ayrılmayacaklardır” buyurmaktadır. (Savaiku’l-Muhrika, İbn-i Hacer, s.74)
Prof. Dr. Haydar Baş’ın önemle vurguladığı gibi Tevhid’in merkezi Ehl-i Beyt’tir.
Bu sebeple İmam Azam gibi büyük zatlar, Ehl-i Beyt yolunun yolcusu olmuşlar, hayatlarını Ehl-i Beyt uğruna feda etmişlerdir.
İmam Azam, Ehl-i Beyt ile ilgili şunları söylemektedir:
Şamlılar bizi sevmiyorlar. Zira Hz. Ali ve Muaviye’nin saflarından birisine iştirak etmemiz talep edildiğinde, ‘Biz ancak Ali’nin askerleri arasına katılırız’ diyoruz. Ehl-i hadis diye bilinenler bizi sevmiyor. Zira biz Ehl-i Beyt’i seviyoruz. Ehl-i Beyt’e gönülden bağlıyız. Hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğuna inanıyor ve savunuyoruz” (Prof. Dr. Haydar Baş, Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt, s.71; Bezzazi, Menakıb-u Ebu Hanife, s.275)
Şafi mezhebinin kurucusu İmam Şafi de farklı düşünmemektedir; Tathir ayetini delil göstererek, “Bu ayete göre Ehl-i Beyt’i sevmek farzdır” demektedir (Savaiku’l-Muhrika, İbn-i Hacer, s.148-175)
Ehl-i Beyt yolunun yolcusu olan bu büyük zatların görüşleri buyken, onların arkasına sığınarak, kendi yaptıkları yanlışların faturasını onlara kesmeye çalışanların, onların adını kullanarak yanlış yol ihdas edenlerin sonu hüsrandan başka bir şey değildir.
Şanlı destan Çanakkale
18 Mart 1915’te ecdadımız, var güçleriyle Çanakkale’yi geçmeye çalışan İtilaf Devletleri’ne karşı 250 bin şehit vererek canları pahasına Anadolu’yu savunarak asla unutulmayacak büyük bir destan yazdı
HABER MERKEZİ
Ecdadımızın bundan tam 101 yıl önce Çanakkale’de yazdığı büyük destanın yıldönümü törenlerle anılıyor. Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen törenlerde, Çanakkale’de işgal kuvvetlerine aman vermeyen kahraman Türk Ordusu’nun şehitleri rahmetle yâd ediliyor. 1. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan Çanakkale Savaşı’nda şanlı Türk Ordusu, bundan 101 yıl önce bir destan yazdı. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği İtilaf Devletleri ellerinde bulundurdukları teknolojik imkânları ve askeri güçleriyle Çanakkale Boğazı’na yüklendi ancak yürekleri imanla çarpan Mehmetçiğin destansı direnişini kıramadı. 18 Mart 1915’te ecdadımız, dünyanın en güçlü devletlerine karşı Anadolu’yu 250 bin şehit vererek canları pahasına savunarak asla unutulmayacak büyük bir destan yazdı.
‘Çanakkale geçilmez’
1. Dünya Savaşının başlamasının akabinde Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında ittifak anlaşması imzalanmış, Alman donanmasına ait iki gemiye Osmanlı bayrağı çekilerek Rus limanları bombalanmıştır. Bunun üzerine Rusya İtilaf Devletleri ile birlikte hareket ederek Osmanlı’ya karşı savaş ilan etmiştir. Kısaca Osmanlı savaşa Almanya tarafından itilmiştir. Ardından İtilaf Devletleri Rusya’ya askeri destek sağlamak amacıyla Boğazlardan geçme planlarını devreye koymuşlardır. Bu plan kapsamında 1915 yılının ilk günlerinde Çanakkale’ye ulaşan İtilaf Devletleri, ‘Hasta Adam’ dedikleri Osmanlı’ya karşı kesin gördükleri zafer yerine hiç beklemedikleri bir biçimde yenilgiye uğramışlardır.
Gözlerinde küçülttükleri Osmanlı, şehit olmayı şeref sayan kahraman Mehmetçik sayesinde bir anda devleşmiş, tek yürek olmuş ve düşmana unutmayacağı bir ders vermiştir. Donanmasının büyük bölümünü kaybeden İtilaf Devletleri bu sefer karadan saldırıya yeltenmiş, birçok cephede düşman askerleri daha karaya ayak bile basamadan ölmüşlerdir. İki taraf için en büyük kayıp 1915’in Mayıs ayında yapılan Anzak çıkarması sırasında olmuştur. Hem Gelibolu yarım adası, hem de Çanakkale öyle güçlü bir savunma yapmıştı ki, hem silah hem de asker sayısı olarak kendilerinden kat kat fazla düşman ordularını darmadağın etmişlerdir. Gerçekleşen zaferin ardından Çanakkale için “Çanakkale Geçilmez” sözü tarihe geçti. İtilaf Devletleri Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anladılar ve utanç içinde geri çekilmek zorunda kaldılar.
Noktayı Mustafa Kemal koyuyor
Mustafa Kemal’in 10 Ağustos 1915 günü Conk Bayırı’nda yaptığı ani baskın sonucunda Arıburnu ve Seddülbahir cephelerindeki düşman güçlerinin tüm zafer hayallerinin sona ermesi ile 24 Eylül 1915 tarihinde İngiliz Harbiye Nazırı Lord Kitchener’in şifreli bir mesajı ile Çanakkale Cephesinden çekilme kararı alınır. Düşman güçleri de 20 Aralık 1915 tarihinde Arıburnu ve Anafartalar Cephesini, 9 Ocak 1916 tarihinde de Seddülbahir Cephesini terk ederler ve 213 bin 882 Türk, 47 bin Fransız, 205 bin İngiliz/Hintli/Avustralyalı, Yeni Zelandalı (Anzak) / Senegalli kayıpla noktalanan dünyanın en büyük savaşı olarak tarihe geçer. 18 Mart 1915’te ecdadımız, var güçleriyle Çanakkale’yi geçmeye çalışan İtilaf Devletleri’ne karşı 250 bin şehit vererek canları pahasına Anadolu’yu savunarak asla unutulmayacak büyük bir destan yazdı.